Geçen gün Bebek Kahve’de oturuyorduk. Hava harikaydı, insanlar cıvıl cıvıl konuşuyor, gülüyor ve güzel bir gün geçiriyordu. İkindi namazına yakın yeşil örtüye sarılı bir tabut geldi Bebek Camisi’ne. Tabutu taşıyanlar o cıvıl cıvıl kalabalığın içinden sessizce camiye girdi ve namaz vaktinin gelmesini beklemeye başladı. Birazdan sela verildi. Etrafıma baktım. Kimsenin yanıbaşımızda olan cenazeden haberi yok gibiydi. (Ezan sesini sela sesinden ayırt edebilen kaç kişi vardı onu bile bilmiorum ya…) Herkes gülüşmeye ve günün tadını çıkarmaya devam ediyordu.
Bir an düşündüm. Belki de o tabutta yatan kişi defalarca Bebek Kahve’ye gelmiş, bizim o gün oturduğumuz sandalyelerde oturmuş ve çay içtiğimiz bardaklardan çay içmişti, kim bilir? Ama o an artık orada değildi. O’nun kıyameti kopmuştu. Artık herşey için çok geçti. Bu dünyada ne yaptıysa veya yapmadıysa onlarla beraber bu dünyadan gitmiş ve hesap verme aşamasına gelmişti. Acaba yaşadığı hayattan pişman mıydı yoksa memnun muydu? Peki bunları düşünen kaç kişi vardı orda? Bilemiyorum ama pek fazla yok gibiydi.
İnsanoğlu içinde bulunduğu gafletten bir türlü kurtulamıyor. En sevdiklerimizin ölümü bile bize yeterli dersi veremiyor. ”Herkes ölebilir ama ben ölmem” gibi bir yaklaşım ile zaten her an azalmakta olan sayılı günlerimizi bitiriyoruz. Bu sırada aslında bu hayatın tek gerçeği olan ölümü az veya hiç düşünmüyoruz. Bu kaçış bizi başımıza gelmesi yüzdeyüz olan bir olaydan kurtaracakmış gibi yaşıyoruz. Ama bir gün biz de öleceğiz, o tabutun içine koyacaklar bizim bedenimizi ve son kez camiye geleceğiz. Hangi yüzle bu son yolculuğa çıkacağız ve Allah’ın huzuruna geleceğiz; işte düşünmemiz gereken nokta bu.
Belki biraz klasik gelecek ama takınılması gereken tavır “yarın ölecekmiş gibi” bir hayat yaşamakta yatıyor. Belki yarın ölmeyeceğiz ama bir gün öleceğiz ve hesap vereceğiz. O yüzden bunu unutmadan yaşamalı ve O gün geldiğinde kitabı sağından verilenlerden olmayı hedeflemeliyiz.