Hurafeler, Masallar ve Gerçek Din -1

İnanç ve inançsızlık fikri kendisine evrendeki en değerli hediyelerin başında yer alan “akıl” nimeti verilen ilk insanlardan günümüze kadar iki akım olarak süregelmiştir. Bu iki akımın yanı sıra inananlar ya da inandığını söyleyenler içinde de en genel tasnifiyle din ile ilgili olarak iki anlayış sürekli var olmuştur. Bunlardan biri kendisine verilen akıl nimetine ihanet etmekten türeyen ve hurafelerden, masallardan ve insanların uydurmalarından oluşan bozuk ve tahrife uğramış din anlayışıdır. Diğeri ise Ademden beri, her tahrife uğrayışının ardından elçiler vasıtasıyla sürekli vahiyle parlatılan gerçek ve tek din olan “İslam” dır.

Maalesef hurafe, masal ve iftiralardan oluşan sahte, uydurma ve bozuk din anlayışı tarihin hemen her devrinde kendine gerçek din anlayışından fazla taraftar bulmuştur. Bu anlayışı benimseyen sözde dindarlar hem baştan beri tek ve geçerli din olan “islam” a ve onun temel mesajlarına hem de “Evrende tek ve bir olan Allah” inancına oldukça fazla zarar vermiştir. Zira bozulan din anlayışının zararlarını, saçmalıklarını, akıl dışı eylemlerini ve bu eylemlerin sosyal ve bireysel olumsuz sonuçlarını gören nice insanlar kendilerini inançsızlık rüzgârlarına kaptırmışlar ve yüce yaratıcının böyle bir din göndermeyeceğini düşünerek nihayetinde böyle bir yaratıcı olamayacağı kanaatine varmışlardır.

Âdem’den beri süregelen biricik ve tek gerçek din olan “İslam” sözcüğü Arapça ”se-le-me” kökünden türemiştir ve anlamı “barış”tır. Buradan da anlaşılacağı üzere aslında Allah tarafından yeryüzüne din gönderilmesinin en temel amacının yeryüzünde barışı dolayısıyla adaleti hakim kılmak olduğu söylenebilir.

Kendisine akıl ve özgür irade verilen varlıklar yaratıldığında -cinler, insanlar ve belki onlardan önce var edilmiş olan ya da daha başka bilmediğimiz ümmetler- özgür iradeleri gereği iyilik ya da kötülük, zulüm ya da adalet, şefkat ya da şiddet vb. tutumlardan birini seçmek/yapmak ya da yapmamak arasında serbest kalmışlardır. Bilindiği üzere genel bir kaide olarak her zaman yapmak, tamir etmek, onarmak tahrip etmekten, yıkmaktan daha zordur. Uzun yıllar ve çabalar sonucu türlü sanatlarla, bilimsel ve matematiksel harikalarla uzmanlar tarafından yapılmış en gösterişli eserler bile eğitimsiz sıradan biri tarafından bir-kaç dakika içinde tamamen yerle bir edilebilir.

Bunun temel sebebi şudur. Yapmak, meydana getirmek her halukarda bir çabaya, bir emeğe, bir varlığa dayanır. Oysa yıkmak, tahrip etmek bazen çok küçük bir hareketle bazen de hiçbir şey yapmamakla bile meydana gelebilir. Örneğin bir binanın yapılması için yüzlerce malzeme, işçi, emek, bilgi vb. gerekirken onu yerle bir etmek için bir kibrit yeterli olabilir. Ya da bir otobüsü/treni/gemiyi/uçağı kullanan şoför hiçbir şey yapmayarak sadece görevini ihmal etmek ve direksiyonu çevirmemek suretiyle koca araçların paramparça olmasına sebebiyet verebilir… –Daha sonra da “benim ne suçum var? Ben hiçbir şey/hiçbir kötü eylem yapmadım ki?” diye yakınırsa onun ne kadar haksız olduğu ortadadır Zira hiçbir şey yapmamak suretiyle görevini ihmal etmek de kötü sonuçlar doğurur-

İşte insanların özgür iradeye sahip olmaları ve bunun yanında tahribin ve yıkmanın bu derece kolay olması ve bazen sadece asli görevini ihmal etmenin bile büyük yıkımlara sebebiyet vermesi yeryüzünde yıkımların, savaşların, zulümlerin, baskıların, kötülüklerin iyiliklerin önüne geçmesine ve kötülüğün daha geniş alanda varlık bulmasına ve yeryüzünün zulüm, fesat ve kanla dolu olmasına sebebiyet vermiştir.

Oysa Rahman ve Rahim olan, şefkatli ve merhametli olan Allah yarattığı varlıkların kendi akıllarını ve özgür iradelerini kullanarak yeryüzünde barış içerisinde yaşamalarını istemektedir. Allah kullarına zulmedici değildir ve asla zulme taraftar da değildir. Bu nedenle Allah özgür iradeli ve akıllı varlıklara asli vazifelerini hatırlatmak, onları adalete, adil olmaya davet etmek, onlara dünyanın geçiciliğini göstermek suretiyle dünyadaki zulmün önüne geçmek ve yeryüzünde barışı tesis etmek amacıyla seçtiği elçiler aracılığıyla hemen her devirde “İslam”ı yani barış ve adalet yolunu öğretmiş, hatırlatmıştır.

İşte bu ilahi öğreti ve mesaj maalesef hemen her seferinde tahrife uğramış, din anlayışı çok dar kalıplara saçma ayrıntılara sıkıştırılarak çoğu zaman hurafe, masal ve uydurmalarla tamamen değiştirilerek kimi zaman ise temel mesajı barışı tesis etmek ve zulmü ortadan kaldırmak olmasına rağmen zulüm aracı olarak kullanılmak suretiyle amacından saptırılmıştır.

Çok fazla sayıda -belki binlerce- peygamberin gönderilmesi, zalimlere Allah’ın şiddetli cezalar öngörmesi, cennet ve cehennem gibi uhrevi mükâfat ve ceza yerlerinin varlığından haber verilmesinin en temel anlamda yeryüzünde zulmü engellemek ve barışı tesis etmeye yönelik olduğu söylenebilir.

Tabi ki zalimlerin zulümlerinden vazgeçmeleri için bu ilahi mesaja yani dine inanması gerekir. Yani zalimler her şeyden evvel kainatın tek hâkiminin Allah olduğu gerçeğine ve yaptıklarının karşılığını bulacaklarına inanmalıdırlar ki zulümlerine son versinler. Bu nedenle Kur’anda da diğer kitaplarda da vurgulanan en birinci ve en değerli bilgi “tevhid” yani Allah’ın eşsiz, şeriksiz, tek ve mutlak hakimiyetidir.

Peki tevhid neden bu kadar önemli? Gelecek yazımda bu sorunun cevabını arayalım…

www.ateizmvedin.com

Metin AYDIN

 


About the Author
Author

metinlone

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website