KURAN’DA SAÇLARI ÖRTMEK GEÇİYOR MU?

KURAN’DA SAÇLARI ÖRTMEK GEÇİYOR MU?

Mümin kadınlara da söyle: Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar. Hımarlarını (örtülerini/başörtülerini) yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları, yahut babaları, yahut kocalarının babaları, yahut oğulları, yahut kocalarının oğulları, yahut kardeşleri, yahut kardeşlerinin oğulları, yahut kendi kadınları, yahut ellerinin altında bulunanlar, yahut kadına ihtiyaç duymaz olmuş erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hepiniz topluca Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz. (24- Nur Suresi 31)

Kadınları, kendi zihniyetlerine göre yaşatmak isteyenlerin çarpıttığı ayetlerin başında bu ayet gelir. Bu ayetteki “hımar” kelimesinin temel anlamı “örtü” olup, sözlüklerde “örtü” ve “başörtüsü” anlamları verilmiştir. Önemli olan husus ayette kapatılacak yerin açıkça “yaka açığı” olarak geçmesidir. Ayetin kapatmayla ilgili dikkat çektiği yer saçlar değil, yaka açığı bölgesidir. Birçok kimse parmağın işaret ettiği yere bakması gerekirken parmağa odaklanmıştır, oysa açıkça parmağın işaret ettiği yer “yaka açığı”nın kapanmasıdır, saçların değil. Abdest almayla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır. Bu ayette kapatılacak bölgeyle ilgili böyle bir “baş” veya “saç” vurgusu yoktur. Yani “hımar”ın saçları örtmesi değil, “yaka dekoltesi”ni örtmesi istenir. (“Yaka açığı” manasına gelen “cuub” kelimesi hem bu ayette kapatılacak bölgeyi belirtmek için, hem de Hz. Musa’nın yaka açığına elini soktuğunu belirten ayette geçer.)

Bir kelimeye birden çok mana verildiğinde, o kelimenin geçtiği yerde hangi manayı vermek gerektiği hususunu, o kelimenin geçtiği yerde neyin amaçlandığını inceleyerek karar verebiliriz. Örnek olarak “hımar” kelimesiyle aynı kökten gelen “hamr” kelimesini ele alalım. Bu kelimeye sözlüklerde hem geniş manalı “sarhoşluk veren madde” hem de daha dar anlamlı “şarap” manası verilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetlerden “hamr” yüzünden Müslümanların arasında düşmanlık ve kin oluştuğunu anlıyoruz. (Bakınız: 5-Maide Suresi 91. ayet) Bu tip etki ise sadece “şarap” içilince değil, aynı şekilde diğer “sarhoşluk veren maddeler” kullanılınca da oluşur. Bunun ise Kuran’da geçen “hamr” kelimesine geniş manalı “sarhoşluk veren madde” anlamının verilmesini desteklediği kanaatindeyiz. Benzer şekilde aynı kökten gelen “hımar” kelimesine hem geniş manalı “örtü” hem de daha dar anlamlı “başörtüsü” manası verilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetten “hımar” ile yaka açığının kapatılmasının amaçlandığını anlıyoruz. Yaka açığının kapatılması ise yaka açığını kapatacak herhangi bir örtünün kullanılmasıyla mümkündür. Bunun ise ayetteki “hımar” kelimesine geniş manalı “örtü” anlamının verilmesini desteklediği kanaatindeyiz.

Saçları örtmeyi Kuran’a mal etmek isteyen zihniyet sahipleri, açık bir saptırma yaparak “felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedirler. Böylece ayet, “başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına gelmez. Bu fiille, hımarın “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyudnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne” fiili yerine “felyudnine” fiilini kullanmaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran’daki kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini bir kez daha göstermektedir.

Bu ayetteki “kendiliğinden görünenler hariç” ifadesi tartışma konusu olmuştur. Bu ifadeyle ilgili Muhammed Esed şöyle demektedir: “Kendiliğinden görünenler hariç ifadesiyle ilgili olarak ilk İslam alimlerinin ve özellikle (Razi’nin kaydettiğine göre) el-Kıffal’in yaptığı, kişinin hakim örfe (el-adetul-cariyye, geçerli adet) uyarak açık tutabileceği, yani örtmemesinde beis olmayan yerler şeklindeki açıklamayı yansıtmaktadır. İslam hukukunun geleneksel temsilcileri ‘görünmesinde (örfen) sakınca olmayan’ ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göstermişler -hatta sınırlamayı bazen daha da ileri götürmüşler- ise de, ‘kendiliğinden görünenler hariç’ ifadesinin anlamı bizce çok daha geniştir; nitekim, kullanılan ifadedeki kasti belirsizlik (yahut çok anlamlılık) de bu hususta, insanın ahlaki ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.” (Muhammed Esed, Kuran Mesajı: Meal Tefsir, 2. Cilt) “Kendiliğinden görünenler hariç” ifadesine verilmiş manalardan biri abdest mahallerinin “kendiliğinden görünen yerler” olduğu şeklindedir. Buna göre abdeste konu olan başın, yüzün, dirseklere kadar ellerin, bileklere kadar ayakların kapanması zorunlu değildir. En ünlü hadis kitaplarında, Peygamberimiz döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları geçmektedir (Bakınız: Buhari, Vudu; Ebu Davud, Taharet; İbni Mace, Taharet; Nesai, Taharet). Abdeste konu olan yerler ayak, dirseklere kadar eller, yüz ve baş olduğuna göre, bu hadislerden, kadınların erkeklerle karışık ve saçları açık olarak abdest aldıkları anlaşılır. Oysa mezhepçi İslamcılık, bu hadisleri görmezden gelir ve kendi kafalarına uygun üretilmiş malzemelere sarılır. “Kendiliğinden görünenler hariç” ifadesine diğer verilmiş bir mana ise ayet temelde göğüslerin kapatılmasına yönelik olduğu için, “kendiliğinden görünenler hariç” ifadesinin kapatılsa da elbisenin altından kısmen göğüslerin varlığının belli olmasıyla ilgili olduğudur (o dönemde sütyenin icat edilmediğini hatırlayalım). Buna göre yaka açığı kapatılmalıdır ama gösterme kastı olmaksızın elbisenin altından göğüslerin varlığının belli olmasında bir mahsur yoktur. Bu bahsedilen yorumların hangisi kabul edilirse edilsin, ayette vücudun belli bir kısmının kapatılmadan hariç tutulduğu gözükmektedir. Oysa birçok mezhebin peçeyi farzlaştırması ve bütün bedenin kapatılması gerektiğini öngörmeleri, bu ayetteki ifadeyle çeliştiklerini ve mezheplerin kadınların örtünmesiyle ilgili yaklaşımlarının güvenilmez olduğunu göstermektedir. Gelenekle şekillenen, sonra ise hem geleneği hem dini şekillendiren mezheplerin yanlışlarını düzeltmede tek mümkün yol Kuran’a gitmektir.

Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi ile neyin kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler” kelimesi ile özellikle “göğüslerin” kastedildiği yönündedir. Çünkü ayetteki tüm noktalarla, mantıklı bir şekilde, sadece göğüs bölgesinin uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette “yaka açıklarının kapatılması” geçmektedir, yaka açıklarından ise göğüsler gözükür ki bu bölge kadın vücudunun cinsellikle ilgili olan önemli ayırt edici özelliğidir. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli edilmesi için “ayakların yere vurulmaması” geçmektedir. Ayaklar yere bazı erotik dans hareketleri şeklinde vurulduğunda vücutta belli olacak yer özellikle göğüslerdir (sütyenin o dönemde icat edilmediğini düşünürsek, bu daha da iyi anlaşılır). Üçüncüsü, Kuran’daki ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun bir süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz. Kadınların, özellikle evlerine sıkça girip çıkan ve kendilerinin yanlarına sıkça gittikleri yakınlarının yanında, çocukları acıktığında ve ağladığında onları emzirmeleri gerekecektir. Ayetteki süslerin kimlerin yanında açılabileceğiyle ilgili açıklamanın, özellikle bu konuda kadınlara büyük kolaylık sağladığı kanaatindeyiz. Ayetteki bahsedilen ifadelere, göğüs gibi uyan başka bir bölge bizce bulunmadığı için “süsler” ifadesiyle özellikle göğüslerin kastedildiği sonucuna varıyoruz.

“Süsler” (ziynet) kelimesinden takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı ayetin bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü ayette, kadınların süslerini kadınlar yanında açabileceği geçmektedir. Takı gibi maddeler tahrik unsurundan daha çok hava atma unsuru olabilir. Eğer bu hava atma olayı engellenmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak, karşı cins erkekler yerine aynı cinsten olan kadınlar dahil edilmez miydi? Ayrıca sorun takıların teşhir edilmesiyse, o zaman kuyumcu dükkanlarında da bunların teşhirine karşı çıkmak gerekmez mi, ki bunu hiç kimse ileri sürmemiştir. Ayrıca ayakları yere vurunca hangi takı eşyası belli olur? Bunun halhal gibi bir şey olduğunu düşünmek bizce zorlama bir izahtır; elbisenin altında olup da sesi belli olan bir halhalın karşı cinsin dikkatini çekeceğini, hele hele tahrik unsuru olacağını düşünmek çok zorlama bir izah olarak gözükmektedir. Ayette “Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar” denmektedir; halhaldan çıkan sesle kadınların dikkat çektiğini bir an için düşünsek bile, ayette denildiği gibi “süslerin belli olması” diye bir durum söz konusu olmaz ki. Bu yüzden tefsircilerin önemli bir çoğunluğunun yaptığı bu halhal izahının yanlış olduğu kanaatindeyiz. Üstelik Araf suresi 31’de ziynet eşyalarının mescid yanında giyilebileceğinin kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın söylenmesi; takıların, cami yanı gibi en kalabalık yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına gerek olmadığını gösterir. Görüldüğü gibi mantıksal bir elemeyle gidildiğinde ayetin, özellikle göğüs bölgesinin civarındaki “yaka açığının” kapanmasını vurguladığı anlaşılır.

Fakat ayetteki “süsler” kelimesinin, birçoklarının iddia ettiği gibi, bir an için “takılar” anlamına geldiğini, yaka açığını kapatmakla kolyeler gibi takıların kapanmasının hedeflendiğini, ayakların yere vurulmasıyla belli olan “süslerden” kastın halhal ile dikkat çekmemek olduğunu düşünelim. Bu durumda hedef bu takıların gözükmemesiyse, o zaman bu ayetten kastın bu takıların örtülmesi olduğu sonucunun çıkması gerekir. Böyle düşünülürse, bu takıları takmayan biriyle bu ayetin ilgili olmadığı sonucuna varılması gerekir ki bu durumda bu ayetle saçların örtülmesinin hedeflendiği hiç söylenemez. Ayette “süslerin takıldığı bölge” tipi bir ifade olmadığına fakat “süslerin kapanmasının, gösterilmemesinin” istendiğine dikkatlerinizi çekeriz. Bu yüzden ayette, takıların takıldığı bölgenin kapatılmasının istendiğini düşünmek de zorlama gözükmektedir.

Bu arada el-Cassas (öl: hicri 370) da, Ahkam-ül Kuran adlı eserinde, Nur Suresi 31. ayeti açıklarken, bu ayetin “göğüs ve boyunları örtmeyi amaçladığını” ifade etmiştir. Cassas, aynı tefsirinde, tabiundan (Peygamberimiz’den sonraki ikinci nesil) Said bin Cübeyr’in de (öl: hicri 95) saçların açılmasının “haram değil mekruh olduğunu” ifade ettiğini nakleder. Bu ise zannedildiği gibi saçları örtme hususunda -çoğunluk görüşü olsa da- bir icmanın varlığından söz edilemeyeceğini göstermektedir. (Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’daki İslam)

Bu hususta geleneksel olarak varılan sonuçların güvenilir olmadığının göstergelerinden birisi, başın kapalı olmasının hür olan ve hür olmayan (cariye) kadınların arasında bir ayrım unsuru olarak gösterilmiş olmasıdır. Buna, Hz. Ömer’in başı kapalı olan hür olmayan bir kadının başını zorla açtırdığını ve onu hür kadınlar gibi başını kapadığı için azarladığını (hatta dövdüğünü) aktaran bir rivayet delil olarak gösterilmiştir. (Biz, bu hadisin doğru olmadığı kanaatindeyiz.) Oysa Kuran’da, hür olan ve hür olmayan kadınlara farklı emir ve yasaklar hiçbir ayette sunulmamıştır. Zaten bahse konu ayetin metninde de böyle bir ayrım yoktur. Fakat bir an için Hz. Ömer ile ilgili bu nakli doğru kabul eden geleneksel yaklaşımın kabullerini düşünün; buna göre hür olmayan kadınların kapaması gereken avret yerleri dizleri ile göbeklerinin arasıdır. Hür olmayan kadınların, göbekten yukarı tüm vücutları çıplak ve göğüsleri açıkta ortada dolaşmalarında bir sorun yokken, hür kadınların tek bir saç telinin bile gözükmemesi gerekmektedir! Sizce burada bir sorun yok mu? Haydi geleneksel başı örtme yaklaşımını savunanların dediklerini kabul ettiğimizi farz edelim. Kuran hür olmayan insanların hürriyetlerine kavuşturulmasını bir hedef olarak koymuştur (90-Beled Suresi 12, 13) ve bugün bu hedef gerçekleştirilmiş olup, hür olan ve olmayan diye bir ayrım kalmamıştır. Eğer başı örtmenin sebebi hür ve hür olmayan ayrımı yapmaya bağlanır ve başı örtmek bir toplumsal statü yansıtma aracı olarak sunulursa, o zaman günümüzde hür ve hür olmayan ayrımı kalmadığına göre başı örtmek gerektiği iddiasında bulunmak için bir zemin kalmaz. Sonuçta geleneksel yaklaşım bu konuda da içinde ciddi tutarsızlıklar barındırmaktadır.


About the Author
Author

Editor 4

Comments (3)
Leave a reply

Name (required)

Website