İbadetler Üzerine

İbadetler Üzerine

Bugün ibadetler ve maksatları hakkında biraz konuşmak istiyorum. İbadet denilince herkes ne denilmek istendiğini az çok anlar. İbadet sözlükte Tanrı’nın buyruklarını yerine getirme, saygıyla Tanrı’ya yönelme, tapma olarak geçer. İslam açısından bakmak için Kuran’daki ibadet kelimesine yöneldiğimizde ise çok farklı bir anlam ile karşılaşmayız. Kuran’da da tapmak, boyun eğmek, itaat etmek, birine bağlanıp ondan ayrılamamak gibi anlamlara gelmektedir. İbadet kulun Allah’a karşı olan sevgi, saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleri için kullanılan bir terimdir. İbadet dinlerin öğretilerinin bir parçasıdır. İbadet bir Müslüman için ne kadar önemli olsa da, Kuran’da ahlaklı ve erdemli olmak ibadetlerden daha çok vurgulanmaktadır ama bu demek değildir ki ibadetler ahlak ve erdemden bağımsızdır. İbadetin kendisi, ibadetin maksadı olmadığı için ibadetler de ahlak ve erdemin içerisinde bulunmaktadır. Birbirlerinin -en azından İslam dini için-tamamlayıcısıdır. İşte bu tamamlayıcı olma noktasında insanın aklına takılan sorular şunlar olmaktadır; namazı yatıp kalkmadan daha doğrusu birkaç garip hareket ve ısınma egzersizlerinden, orucu aç kalmaktan, zekatı zengin hali vakti yerinde olan insanların diğerlerine (örneğin kafeye gittiğinde garsona) verdiği bahşişten, kurbanı günde yüzlerce kesim ve dağıtımını yapan fabrikalardan ya da Hac’ı kültürel bir seyahattan ayıran nedir? Eğer amaç sadece ibadetleri belli kalıplarda ve yalnızca Allah’ın o ritüeli yapmamızı istediği için yapmak ise ibadetlerin bize katkısı yukarıda bahsedilen ayrımı yapılamayan durumlardan farksız olacaktır. İbadetin var olmasının en temel nedeni ibadet edilmeye layık olan bir tanrının var olmasından kaynaklanmaktadır. Burada konu Tanrı’nın var olup olmaması olmadığı için o tartışmaya girmeyeceğim ama bir tanrı varsa özellikleri mükemmeliyeti toplayacak biçimdedir ve zatı itibariyle mükemmeldir. Ondan daha mükemmeli düşünülemez. Aynı zamanda bu tanrının vasıflarından biri de ibadete layık olmasıdır. İbadet genel olarak ele alındığında genelde dini bir terim olarak karşımıza çıkmakta ve felsefesini yapmak belli ölçüde zorlaşmaktadır. O yüzdendir, şimdi ibadetin kapsamı içine giren kavramların amaçları üzerine belli düşünceler belirteceğim ve bunu İslam’daki ibadetlerden yola çıkarak yapacağım. Her gün, her an karşımıza çıkma olasılığı en yüksek olan ibadet tabii ki namazdır. Günde belirli vakitlerde yapılması emrolunduğu için kendisi kılmayan kişi dahi etrafında kılan insanlara rastlamaktadır. Görüntü itibari ile rastlanmasa da muhabbet esnasında namaz ile karşılaşmanız pek düşük bir olasılık değildir ama buna rağmen namazın bize ne ifade ettiğini neyi anlatmak istediğini daha doğrusu bizle ne yapmak istediğini bilemiyoruz. Namaz, en çocuksu hislerimizle yaklaştığımız zaman aslında bir şükür ve teşekkürdür. Evet doğru, şükür ve teşekkür dua ile edilir ama namaz yapılışı itibariyle Allah ile konuşma onu anmadır ve bir duadır. ”Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl”(Taha 14). Namazın gün içinde belirli vakitlerde icra edilmesi aslında bize nedeniyle ilgili de bir ipucu vermektedir. Bize bir şeyler hatırlatmak istediği çok açık. Peki neler hatırlatmak istiyor? İşte bunun cevabını bilebilmek için namazın bizle ne konuştuğunu anlamamız gerekiyor. Ne yazık ki Arapça konuştuğu için onu anlayamıyoruz. Bir an için kendi dilimizde bizimle konuştuğunu veyahut konuştuğu Arapça’nın Türkçe’sini bildiğimizi düşünelim. Hem kültürel hem dini anlamda yüzlerce yıldır süregelmiştir. Namaz bize en çok Fatiha suresi adı verilen duayı okumaktadır.

1. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
2. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
3. O, rahmândır ve rahîmdir.
4. Ceza gününün mâlikidir.
5. (Rabbimiz !) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
6. Bize doğru yolu göster.
7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!

Namaz bize Allah’ın gösterdiği şekilde nasıl dua edilmesi gerektiğini söyler, namaz bize ölümü hatırlatır. Bu dünyada yapmış olduklarımızın, yerine getirmediğimiz ahlaki sorumluluklarımızın bir karşılığı olduğunu söyler. Allah’ı ve bizi tanıtır bize. Allah’ın merhametinden ve çetin azabından bahseder. Namaz bizi uyarır. Kalk der ey insan kalk. Yatmış olduğun yerden kalk. Bu dünya senin rüşdünü ispatlamak için tek şansın. Namaz doğru yolu aramamıza ve o yolda yürümeye bizi motive eder. Eğer o yolda yürürsek arkamızda alemlerin Rabbi olan Allah olduğunu bu dünyada başka da kimseye muhtaç olmadığımızı anlatmaya çalışır. Peki biz hızlı hızlı sureleri okuyup, Allah ile konuşurken namazın bize ne anlattığına hiç kulak veriyor muyuz? Aslında namaz sözcüğü dilimize farsçadan geçmiştir. Namaz mecusilerin ateşin önünde saygıyla eğilmek anlamında kullandığı sözcüktür. Kuran’da namaz diye kastettiğimiz sözcük salattır. Salat; desteklemek bağ kurmak, dua, ilişki gibi anlamlara gelmektedir. Her salat namaz anlamında değildir. toplumu desteklemek anlamında da kullanılır ve bu genelde yanında zekat geçtiğinde bu anlama gelmektedir. Salat(yani namaz) uygulanmasındaki hareketleri itibariyle de bize bir şeyler anlatmaktadır. Öncelikle şu soruya bir açıklık getireyim. ”Neden namaz bu şekilde yapılıyor” ? Bu soru namaz başka şekilde kılınsaydı da gelirdi yani hiçbir zaman bitmez. Eğer sadece düşünme ile ya da konuşma ile sınırlı olsaydı bile oturarak ya da herhangi bir pozisyonda yapılacaktı. Tabii ki belli bir kalıba girmeyecekti ama o kalıptaki hareketlerden farksız da olmayacaktı. Ayriyeten bunun belli bir kalıba sahip olmasının da farklı anlamları olabilir. Rüku boyun eğmek anlamına gelmektedir ve gerçekten de sözün karşılığı olan harekette boyun eğmedir. Secde zaten kabul edilen mutlak gücün karşısında en aciz biçime bürünmektir. Namazın bize gösterdiği şey sözlerin ifade edilmesinde beden ile birliktelik oluşturulması ve kabul edilen mutlak irade karşısında acziyeti anlayıp saygı ile eğilme ve onu yüceltip şükürde, istekte bulunmadır. Davranışlar inançlardan doğar. İnsanların inançları düşünceleri davranışlarını belirler. Descartes bir insanın gerçekten ne düşündüğünü öğrenmek istiyorsanız ne söylediğine değil ne yaptığına bakın demiştir. Güzel bir tespit. Namaz düşüncelerin davranışa geçirilmesi ve bu şekilde hissiyatın ve alınan tatmin edici duygunun en son noktalarına çıkılmasıdır. Bu sözleri davranışa geçirme ise bahsettiğimiz şeylerin daha doğrusu namazın bize bahsettiği şeylerin daha çok akılda kalmasına yardım etmektedir. İnançlar davranışları etkilediği gibi davranışlarımız da inançlarımızı, düşüncelerimizi etkilemektedir. İnancımız ibadetlerimizi sürekli kılarken ibadetlerimiz inancımızı diri ve ve kuvvetli kılmaktadır çünkü sözü pratiğe aktarabilmemizi sağlarlar. Hem ben beni hiç iken var edip sahip olduğum her şeyi ve sahip olabilmeme ihtimal veren benliğimi veren Rabbim karşısında neden boyun eğip secde etmeyecekmişim! İnsan bu dünyada ufacık bir menfaati için önüne gelene şükredebiliyorken bunca teşekkür edilecek şey içinde Rabbine secde etmeyi çok mu görüyor! ”Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz”(Yasin 22). Bu sözlerim secde etmeyen insanlardan çok daha fazlasıyla secde edilmesini anlayamayan/anlamsız bulan insanlaradır. ”Tanrı’nın bizim namazımıza, ibadetimize mi ihtiyacı var neden istiyor?” sorusuna ise şu şekilde yaklaşmayı uygun ve sevimli buluyorum. Hatırlayın okuldayken kurabiye gibi bir şeyle sınıfınızın çevresinde dolanırken etrafınıza dolaşan arkadaşlarınızı. Onlara kurabiyenizden verdiğiniz ya da tam tersi durumda sizin birinin kurabiyesini aldığınız durumda karşıdakine teşekkür etmeniz/teşekkür edilmesi ahlaken iyi bir davranıştır. Annemiz babamız da kötü bir şey yapınca özür dilememizi iyi bir şey yapıldığında ise teşekkür etmemizi bize öğütler. Allah da zatı itibariyle sırf iyi bir varlık olduğu ve bize yapılması ahlaken iyi olan davranışları öğütlenmesi iyi olduğu ve öğütlediği için ibadet edilmesini bize öğütlemesi ve emretmesi de anlaşılamayacak bir şey değildir. Yani bu Tanrı’nın kibirli olduğunu göstermez. Hem bir şeyi istemek o şeye ihtiyacı olduğu anlamına da gelmez. Çok basit şekliyle, doktorun hastadan belli ilaçları kullanmasını istemesi aslında bir rica değil yapılması gerekli olan şeyi bildirmedir. Hiçbir bahçıvan güllerini solması için ekmez yani psikolojik sorunları yoksa veya bilimsel bir deney yapmıyorsa. Tanrı da kullarını cezalandırmak için yaratmaz. İyi olan Tanrı onların doğru yola ulaşmak için hakikatin kaynağına ve saf iyiliğin merkezine dönmesi gerektiğini bilir. Bu yüzden insanlara ibadet edilmesi gerektiğini bildirir çünkü ibadetler bizi aracısız bir şekilde hakikate yönlendirir ve kalbimize baharı getirir. İnsanların ibadetten anladığı şey samimiyetine, ibadetteki niyetine, dini anlamdaki bilgisi ve farkındalığına göre farklılık gösterir. Dini ve ibadetlerinin üzerine düşünen insanların ibadetten anladığı şey tabii ki çok daha derin ve etkileyici olabilmektedir çünkü insan bildiği ve hissettiği zaman (sadece bilmek yetmez) ibadetleri sırf sorumluluklarını yerine getirmiş olmak için yapmaz. İnsanlar ibadetleri yapmakla kalmaz, ibadetler bizi insan yaparsa işte o zaman ibadetin maksadına ulaşılmış olur. Namaz denilince yanında akla gelmezse gelmez olan bir de oruç vardır. Oruç ne için tutulur sorusunu insanlar en çok oruç yaz vaktine gelince soruyorlar :) Soru sormak güzel tabii ama bu soruya bir de oruç yoksul durumdaki insanların halinden anlamak için tutulur deyip konuyu kestirip atan cevaplar çok yaygın. Oruç hali vakti yerinde olan veya orta seviyedeki yoksul, aç olmayan insanlar için açların halinden anlamak da olabilir. Bu çok güzel bir farkındalıktır hele ki fiiliyata dönüştürülürse ama orucu sadece buna indirgemek oruca ayıp etmektir. Oruç en temelde Allah emrettiği için tutulur yani kim Rab kim kul bunun bilincine varmaktır.Aslında bütün ibadetler temelinde kim Rab kim kul bunun bilincine varmadır. Oruç bir sınavdır, bir acı çekmedir ve bir fedakarlıktır. İnsan sevdikleri için acı çekmeye katlanabilir. Allah’a olan sevgiyi gösterebilmek, rüştünü ispat edebilmektir oruç. Oruç sabrı bilmek ve tefekküre yönelmektir. Günlük hayatta kendimizi o kadar kaptırıp sahip olduğumuzu düşündüğümüz onlarca şeyin aslında sahibi olmadığımızı anlamaktır. Onlara ulaşabilecekken kendini tutup bunu niye yaptığını düşünmektir. Mülkün geçici olduğunu fark etmektir. Oruç her daim (doğal olarak) etkisi altında bulunduğumuz içgüdülerimizi dizginlemek ve ahlâkımızı öne çıkarabilmektir. Oruç insanın insan olduğunu hatırlamasıdır. Kuran’a bakarsak Hz. Meryem’in tutmuş olduğu susma orucundan bahsedilir. Peki ya susma nedir ? İnsan susarken konuşamaz mı? İnsan susarken de konuşur aslında. İşte insan dışarıya sustuğu zaman kendi içinde konuşmasına düşünme diyoruz. Kendimizi hiç, çevremizde olup biten, hızla akıp giden, birbirine çarpıp duran onca şey içinde yalnız ve tek başımıza hissettiğimiz olmadı mı? Olmadıysa bile hayal edebiliriz. Biz bir curcunanın içinde yaşam mücadelesi veren, nefes almaya çalışan insanlarız. Kendimizi çoğu zaman nedensellik ilkesinde süreci devam ettirmekte olan bir sebepten başka konumda göremiyoruz. Açık olduğunu sandığımız bilincinizin kapandığının farkına varamıyoruz. Yönlendiriliyoruz. İrademiz kontrol ediliyor ama kontrolün hep bizde kaldığını düşünüyoruz. Hayır, hayır insan. Titre ve kendine gel. Sen darmadağın oluyorsun ve darmadağın olan sen olduğun için kendi kendini de toparlayamıyorsun. Sen güçlü değilsin be olum işte. Bunu kabullenmek bile rahatlatacak. Ben sana her şeyi boşver çaba sarf etme demiyorum ki. Sadece farkında olmasan da ne kadar boş şeylere iradeni zihnini kaptırdığını söylüyorum. Neresinde bunun güçlü olmak. Peki dönersek orucu nedir oruç ? Aç ve susuz kalıp güçten düştüğün bir şey mi ? Yani bunca olay ve sıkıntı içinde zaten güçten düşmüş olan zihnine bedeninin de en son katılması mı ? Yoksa sana her şeyden uzaklaşıp bunun karşılığında sükutu verip seni zihnini toparlamaya iten bir ibadet mi ? Teybin sesini kapatıp tefekküre yönelmektir oruç. Sıra hacca geldi gibi duruyor. Aslında hac namaz ve oruçtan daha farklı bir anlamı ifade etmektedir. Kültürel bir gezi midir? Hac müslümanlar için yılın belli vaktinde toplanıp İslam aleminin sorunlarının konuşulup tartışılması gereken bir müessesedir. İşte bu hiç yapılmıyor. Hac Safa ile Merve tepeleri arasında koşarken Hz. Hacer’in mücadelesini hatırlamaktır. Hac Kabe’yi tavaf ederken, atomlardan yıldızlara var olan bu döngüsel sürece bilinçli olarak katılımını gerçekleştirmek, akışın verdiği dini tecrübeyi hissetmektir.

Aynı zamanda orada cemaatle bir araya gelmek ve bir bütünün parçaları olduğunu dil, sınıf ya da başka bir fark gözetmeksizin kavrayabilmektir.Namazın cemaatle kılınması da Hac da bize insanın sosyalleşme ihtiyacının belli ölçüde giderilmesi konusunda yardımcı olur. Aydınlanma çağında filozoflar dini kaldırdık peki yerine ne koyacağız diye düşünürken meslek grupları oluşturmak gibi düşünceler ortaya atılmıştır. Din ve aile insanın ihtiyacı olan birlikteliği en temiz biçimde vermektedir. Tabii ki insan başka yerlerden de sosyalleşebilir ama kolektivist kültürden etkilenip insanın bireyciliğine kendine zarar vermesi çok muhtemeldir. Bu kapılma etrafta dönüp duran bir sürü ideolojiye kendini kaptıran insanlara bakarak da anlaşılabilir. Neyse, hac demek İbrahim peygamberin batıla karşı vermiş olduğu mücadeleyi hatırlayıp bu davaya ortak olabilmektir. Hz. Muhammed’in davasına katılmaktır. Sadece bir yürüyüş değildir. Tarihten beslenmedir. Kurban ibadeti geliyor sırada da ama kurban ibadeti konusunda çok tartışmalı şeyler olduğu ve benim de kafam karışık olduğu için şu an bir şey yazmayacağım. Ve gelelim infak etmeye. İnfak etmek ile zekat kılmak çok yakın ilişki içerisindedir ama infak etmek daha genel bir kavramdır. İhtiyaçtan fazlasını vermek demektir. İnfak zengin ile yoksul sınıf arasındaki bağlantı görevini görür. Hani derler ya siz zekat veriyorsunuz yoksula yardım ediyorsunuz ama biz yardım edilmiş bir yoksulluk değil ortadan kaldırılmış bir yoksulluk istiyoruz diye. Galiba buranın dünya olduğunu unutuyorlar ve olmayacak ütopyalar onlara huzur ve mutluluk veriyor. Kimse istemez yoksulluğun baki kalmasını. Lakin şak diye ortadan kaldıracak bir sistem de yoktur. Fakirliği ortadan kaldırmak için herkesi açlığa mahkum edip, var olan sınıfı tümden fakir kılıp, zıttı bulunmadığı için de karşılaştırma olmayacağından dolayı fakirlik kavramını doğal olarak ortadan kaldırmak mümkün olabilir yalnızca. Ama insanlar sahip olduklarından infak ederek ihtiyacı olan insanların daha iyi koşullarda yaşamasını sağlayabilir. Hatta büyük bankerler, zengin kapitalist abiler ruhani bir olgunlukla mülkün geçici olduğunu hissedip kavrasa ve sonucunda da büyük yardımlar infaklar yapsa(ki bunlar hayal şeyler) işte o durumda yoksulluk ortadan kalkabilir. İnfak etmek sadece bir kişinin karnını doyurmak değildir. Eğer öyle olsaydı haklıydılar, infak edilerek sadece yardım edilmiş bir yoksulluk olurdu. Sistemleri değiştirerek yoksulluğu ortadan kaldıramazsınız. İnsanı değiştirerek kaldırabilirsiniz. Kuran sistem oluşturmaz. Bireyi ve bireyin bulunduğu toplumu oluşturur, şekillendirir. İbadetlerde geri kalan öğretilerde bunun gerçekleşmesi için birer aracıdırlar. Sonlara gelirken ibadetle ilgili yapılan çalışmalardan bahsetmezsem olmaz. Yurt dışında (ülkemizde de var ama o kadar kapsamlı değil) yapılan çalışmalarda, anketlerde ibadetlerini yerine getirmeye çalışan düzenli kiliseye giden veya dua eden insanların ruhsal sağlığı yani psikolojisinin yapmayan insanlara göre daha iyi durumda olduğu ve bu insanların daha mutlu oldukları, karşılarına çıkan sorunlarla daha iyi mücadele edebildikleri/dayandıkları ortaya konulmuştur. Bunu ben uydurmuyorum çokça çalışma var bu konuda ama bunu buraya yazmaya şu an üşeniyorum. Dinin başlıca kendisi insana bir motivasyon verdiği için bu çalışmaların bu yönde bir sonuç çıkarması gayet doğaldır. Duanın bir içini dökme ve muhabbet olması namazın ve diğer ibadetlerin vermiş olduğu dini tecrübe ve hisler insanın inandığı dinden sahip olduğu inan psikolojisi ile birleşince hayata daha olumlu bakması, daha sabretmeyi becerebilmesi ve daha mutlu olması olağan ve beklenen bir sonuçtur. İbadetler ve dua insana yalnız olmadığını ve kendisini en güçlü varlığa teslim ettiğinin göstergesi olduğu ve kişi bunun bilincinde olduğu için materyalist ve seküler dünya görüşünden daha erdemli ve olgun bir dünya görüşüne kolaylıkla yükselebilir. Hırsların, makam, mevki, para istencinin belli ölçülerde tutulması gerektiğini bilir. Tabii dediğim gibi müslüman olmak ya da başka herhangi bir dine girmek bunun için yeterli değildir. Bilmek ve hissetmek gereklidir. İbadetler uyarıcı, hatırlatıcı, canlandırıcı, rahatlatıcı, düşünmeye sevk edici olmanın yanı sıra motive edici olarak insanın bu dünyayla başa çıkabilmesine da kolaylık sağlamaktadır. İnsanın da en azından varlık olarak içinde bulunduğu durumdan dolayı hakkını vermek gerekir. Kolay bir dünyada yaşamıyor. Bak tam kendine iyi bak laedri diyecektim aklıma abdest geldi. Peki abdest ve teyemmüm nedir ? Allah’ın demesi ile ; (maide 6)”Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz”. Yani temel amacın temizlenmek olduğu buradan da belli oluyor. Ayriyetten abdest namaza bir zihinsel hazırlıktır. Sınavdan önce kalem kutu veya yemekten önce malzemeleri hazırlamak gibi namazdan önce abdest almakta bedensel bir temizliğin ve hazırlanışın yanı sıra zihinsel olarak bir hazırlanmadır. Belki ”hadi be oradan” diyebilirsiniz ama dediğim gibi namazı eğilip kalkmaktan ayıran güzel nedenleriniz varsa namazın ne kadar önemli bir ritüel olduğu gayet ortadadır ve bu basit bir şey değildir. Buna zihinsel olarak önceden hazır olmak gerekir. Bir de benim şahsi fikrim abdest namazın imtihanıdır. İbadetler yapılması önem ve belli bir zorluk taşıdı için insana imtihan olabileceğini düşünüyorum ben. Aynı şekilde abdestin de bir imtihan olması bana makul geliyor. Laf lafı açtı geçen Dücane Cündioğlu’ndan dinlediğim konuşmadan bir kesit aktarayım. Afrika’nın İngiliz sömürgesi olan bir toprağına yeni bir vali atanır. Vali şehirde dolaşırken ezan sesini duyar. Yanındakilere bu da nedir, diye sorar. Yanındakilerden biri burası müslüman beldesi onlar namaz kılarlar günde beş kere ve namazdan öncede yani günde beş kere bu ses ezan okunur, der. Vali, peki bunun bizim ingiliz politikalarımıza bir zararı dokunur mu diye sorduğunda ”hayır” cevabını alır. Vali de ”tamam o zaman sorun yok der”. Genel olarak bu şekildeydi olay. Yani denmek istenilen şu ey müslümüman, senin yaptığın ibadetler seni ne zaman ayağa kaldıracakta seni istemeyenler için bir direnç oluşturacaksın. Hac’da şeytan taşlayarak mı? Etrafındaki şeytanları taşlayarak mı ? İbadetlerin seni ne zaman harekete geçirecek ? Bu son sorunun kafaların içinden eko yaparak gitmesi umuduyla, kendine iyi bak Laedri.

…namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.-Ankebut/45


About the Author
Author

fungur

Leave a reply

Name (required)

Website