Mehmet Akif Ersoy ve Kader Konusu

Mehmet Akif Ersoy ve Kader Konusu

Maalesef halk arasında ve geleneksel dini literatürdeki bazı kaynaklarda çok yanlış anlatıldığı için insanlar tarafından doğru bilinen yanlışlardan biri de kader meselesidir. Kuran’dan hiçbir dayanağı olmamasına rağmen, insanın özgür iradesini yok sayan bir kader anlayışı hâkim görüş haline gelmiştir. Halk arasındaki kader anlayışı özetle ifade etmek gerekirse, Allah’ın zaten ezelden her şeyi takdir etmiş olduğu bir çeşit alın yazısıdır. Kulun Allah’ın takdir etmiş olduğu karşısında herhangi bir tasarrufu ya da seçimi söz konusu değildir. Dolayısıyla herkes kaderine razı olmak durumundadır. Her ne kadar küllî ve cüzî irade şeklinde sınıflamalar yapılıyorsa da esasen kader meselesinden anlaşılan kısacası budur. Bu anlayış, onlarca apaçık Kuran ayeti ile çelişmesinin yanında sapkınlık ve kötülüklerin dahi Allah’a fatura edilebildiği bir anlayıştır.

Bu yüzden halk arasında “Kader kurbanı”, “Kader mahkûmu”, “Kötü kader”, “Kaderin oyunu”, “Alın yazısı”, “Bu benim kaderim” şeklinde ifadelere sıklıkla denk geliriz. Oysa bunları ifade etmek esasen şunu söylemektir: “Bu benim kendi seçimim değil, Allah’ın benim için önceden takdir ettiğidir.”

Büyük düşünür ve şair Mehmet Akif Ersoy’un, anlam ve içeriğinden saptırılan ve insanın özgür iradesini hiçe sayan bu tarz bir kader anlayışına dair aşağıdaki dizeleri durumu çok anlamlı bir şekilde özetlemektedir:

“O ihtişamı elinden niçin bıraktın da

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

“Kadermiş!” öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru:

Belânı istedin Allah ta verdi… Doğrusu bu!

Ne istenirse, elbette, sonuç öyle çıkar,

İlâhî iradenin sana zulmetmek ihtimali mi var?

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, öyle ya, Mevlâ hizmetçin iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

Birer birer oku bitirince defterini;

Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir…

Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…

Senin işlerini yapan Allah değil mi? Keyfine bak!

Onun nimetler hazinesi senin veznendir!

Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir!

Silahı kullanan Allah, sınırı bekleyen O;

Levazımın (erzak ve cephane) bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!

Çekip kumandası altından ordu ordu melek;

Senin hesabına kâfirleri yerle bir edecek!

Başın sıkıldı mı, yeterlidir senin o nazlı sesin:

“Yetiş!” de kendisi gelsin ya da Hızır’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak:

Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;

Çoluk çocuk O’na ait, lalan, bacın, dadın O,

Vekilharcın O, kâhyan, veznedarın O,

Alış seninse de verişten sorumlu olan O.

Denizde savaş olacakmış… Gemin O, kaptanın O.

Ya ordu gerekliymiş… Askerin, kumandanın O.

Köyün yasakçısı, şehrin de baş tahsildarı O.

Aile doktoru, eczacı… Kısacası hepsi O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?

Allah’ı kendine kul yaptı, kendi ilâh oldu ya;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete… Ha?

Tevekkül böyle emir vermek mi demektir Allah’a?

Düşünmüyor kimin için indiğini Kuran’ın…

Allah’ı gösterecek, muhatabı sorulsa kitabın!

Bütün yüce buyruklara savaş açan şu serseri,

Allah’a havale ediyor yükümlülüklerini!”

( Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Beyan Yayınları, 2015, s. 497-499)

Mehmet Akif Ersoy, anlamlarından uzaklaştırılarak kader ve tevekkül inancının içinin boşaltıldığına, bu tarz bir kader ve tevekkül anlayışının Allah’ın dinine iftira ve dine oynamış rezil bir oyun olduğuna ve bu yolla İslam’ın tanınmaz bir hale sokulduğuna dikkat çekiyordu:

“Görür de halini insan, fakat bu derbederin;

Nasıl günahına girmez tevekkülün, kaderin?

Sarılmadan en ufak bir işinde sebeplere,

Başarıya ulaşabilmeyi düşünme bir kere.

Ahmaklığın normal sınırları aştı, yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!

Senin anladığın “Kader” dine iftiradır;

Tevekkülün, hele, zarar içinde zarardır.

Kader, imanın farzlarından biridir… Tamam…

Fakat yok onda senin saptırdığın anlam.

Kader: Gerekli şartlar oluştuktan sonra,

Mümkün olanın gerçekleşip çıkmasıdır ortaya.

Niçin, nasıl geliyormuş… Onu bilen yok;

Biz seçimlerimizden sorumluyuz ancak.

Kader nedir, sana düşmez o sırrı araştırmak;

Senin görevin Allah’ın buyruklarına uymak.

Sokmak istediğin o şekle girerse şayet kader;

Şeriatın tüm emirleri bir anda yok olup gider!

Tevekkülün, hele, anlamı hiç de öyle değil.

Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın cahil,

Sonunda oynayarak dine en rezil oyunu,

Getirdiler, ne yapıp ettiler, bu hale onu!

Yazık ki: Tanınmayacak hale geldi çehresi dinin;

Nefretle bakan gözler kuşatmada İslam’ı bugün.

Tevekkülü sokmak için böyle bayağı bir şekle,

Ey alçaklar, aklı nasıl uyuttunuz, bilsem hele?

Nasıl durur acaba alnında tertemiz şeriatın,

Bu simsiyah izi hâlâ o uğursuz lekenin?

Tevekkül öyle yaman bir iman işaretiydi ki

Ona erdemlerin en üstünü dense yeriydi.

Yazık ki: Ruhuna aşılandı tembellik illeti;

Cüzzama döndü, harap etti gitti memleketi!”

( Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Beyan Yayınları, 2015, s. 497-505)


About the Author
Author

Editor 4

Leave a reply

Name (required)

Website