İMAN BÜTÜNLÜĞÜNDE MANTIĞIN ROLÜ

Şimdi sizlerden, “İslam Dini” ile ilgili, bugüne kadar edindiğiniz tüm bilgileri gözden geçirmenizi istiyoruz.Bu konuyla ilgili, kaynağı ne olursa olsun aklınıza gelen tüm bilgileri, hatta bu bilgiler ışığında oluşturduğunuz davranışlarınızı…

Bu işlem sırasında, taradığınız bilgiler içinde tutarsızlık tesbit ettiyseniz, aldığınız bilgileri mantık süzgecinizden geçirmeden hafızanıza kaydettiniz demektir. Mantığınızı kullanıp kullanmadığınızı anlamanın en kestirme yoludur bu. Çünkü, mantık süzgecinden geçen bilgide tutarsızlık olmaz.
Kur’an’da; “ Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de, tutarlı sözle sağlamlaştırır!..! ( İbrahim 27) denilmesi, mantığın önemini ve mantık ile imanın ne kadar bağlantılı olduğunu görmemiz açısından dikkat çekicidir. Bir konuyla ilgili eksik bilgilere sahip olabilirsiniz, ama edindiğiniz bilgiler içinde
mantık bütünlüğü oluşturabildiyseniz, bilginiz dahilinde olan tüm soruların cevabına sahip olmanız gerekir. Cevaplarınızda çelişkiler varsa, bilgilerinizi tekrar gözden geçirin ve mantığınıza uymayan bilgiyi eleyin!.. Çünkü ; Bilgide mantık siliniyor ise gerçeğe aykırıdır!..

Bu noktada, mantığın en önemli görevini şöyle tanımlayabiliriz;
Kişinin akıl ile elde ettiği bilgiler arasındaki bütünlüğü sağlayıp, çelişkileri gidermek ve bu işlem sırasında, bilgileri bir süzgeçten geçirerek(ki biz buna mantık süzgeci diyoruz) bütüne aykırı, çelişkili veya yanlış bilgileri elemek.
Bu işlemi, akıl-mantık-gönül üçlüsünün görevlerini baz alarak, anlatmaya çalışalım;
Bilgiler akıl yoluyla elde edilir. Akla gelen bilgi mantığa gönderilir, mantık yanlış bilgiyi eler, doğru olanı gönüle iletir. Gönül, gelen bilgileri halimize geçirmemizi sağlar. Aslında çok basit gibi görünen bu işlem, oldukça karmaşık ve zordur. Yukarıdaki tanım, olması gerekenin tanımıdır, ancak realitede çoğu zaman evdeki hesap çarşıya uymaz!..

Mantığın, görevini yerine getirdiğinin, başka bir deyişle mantığımızı çalıştırdığımızın en somut göstergesi ise; soru sormamızdır!.. Mantık soru sorar ve aldığı cevaplar doğrultusunda doğruyu ve yanlışı ayırt eder. Her soruda bir bilgi mevcuttur. Çünkü soru; zaten akılda olan bilginin, mantık tarafından sınanması için sorulur!.. Bu nedenle de, bir kişinin sorularına bakarak sahip olduğu bilginin düzeyini ölçmek
mümkündür.

Konunun daha iyi anlaşılması için; bir gazetede, “ Tanrı’ya mesaj var” başlığı ile yayınlanan haberden alıntı yapmak istiyoruz. Haber; Bir kilisede Tanrı’ya elektronik posta gönderen 3 ile 9 yaş arası çocukların
sorularından oluşmakta. Konumuza uygunluğu açısından, çocuklardan birkaçının sorularını irdelemekte yarar var. Önce soruları görelim:
“ Ne diye bu kadar çok insan yarattın? Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya
koyamaz mısın? “ J.B (7)
“ İnsanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine, neden elindekileri tutmuyorsun?” Jane (6)
“ Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor. Eğer varsan, gecikmeden birşeyler
yapmanda fayda var.” Harriet (6)
“ İnsanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin!..” Audrey (8)
“ Bende senin dışında tüm liderlerin resmi var. Seninkini de yollar mısın? “Norman (6)
“ Kitabını okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? “John (8)
“ Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu? “ Norman(4)
“ Tanrı olduğunu nasıl bilebildin? “ Charlene (3)

Bu çocukların en önemli ortak özellikleri, mantık yürütüyor olmaları. Soru soruyorlar ve çoğu, ileride, sordukları sorulara aldıkları cevaplar doğrultusunda bir inanç geliştirecekler… Sorularındaki ortak özellik ise, akıllarında, “Allah” kavramı yerine, yukarıda bir yerlerde oturan ve insanların her hareketini denetleyen
“ insan tanrı” kavramı bilgisini taşımaları. Bu bilgiyi de maalesef ki biz büyüklerden ediniyorlar!..

Büyüdüklerinde ise, önlerinde üç seçenek olacak:
1)- Akıllarındaki yanlış bilgiler doğrultusunda oluşturdukları “insan tanrı” kavramı, gün geçtikçe mantıklarına uymamaya, sorularına cevap verememeye başlayacak ve bu “insan tanrı” ya inanmak yerine mantıklarına inanmayı tercih edecekler. Yani, insan olmanın gerekliliği olan “akıl”larından ödün vermemek adına, imanlarından ödün verecekler.
Söz konusu çocuklar için, bu süreç başlamış bile!.. Yukarıdaki soruların cevaplarını; yukarıda oturup onları cezalandırmak ve ödüllendirmekten başka hiçbir işe yaramayan “insan tanrı” kavramını aşılayan
büyüklerden alabilselerdi, bu soruları doğrudan “insan tanrı” ya sormazlardı!..

2)- Mantıklarına uymayan “insan tanrı” kavramını inkar etmemek adına mantıklarını terk edecekler .Yani, imanlarını korumak adına, akıllarından ödün verecekler ki bunun sonuçlarını, “Tek yönlü iman” adlı bölümümüzde ayrıntılı olarak görmüştük.

3)- Mantıklarının kabul etmediği bilgileri yeniden sorgulayıp, yanlış olan bilgileri terk ederek, “Allah” kavramını öğrenmeye başlayacaklar. Böylelikle de, mantıklarından ya da imanlarından ödün vermeden, Allah’ı öğrendikçe sevecek, sevdikçe inanacaklar.

Son seçeneğin görüldüğü kadar kolay olduğunu sanmayın. Çocukluklarından itibaren, en güvendikleri ve en sevdikleri yakınları tarafından oluşturulmuş ve zamanla kökleşmiş olan “insan tanrı” kavramını yıkmak, inanın sanıldığı kadar kolay değil!..
Aslında hepimiz aynı seçeneklerle karşı karşıya değil miyiz? Bu seçeneklere derinlemesine baktığımızda, seçeneklerden her hangi birini seçeni suçlayabilir miyiz? Olayları irdelediğinizde, yani mantığınızı kullanmaya başladığınızda, sebeplerin arkasını görmeye başlarsınız.
Sebeplerin arkasında ise; temelde ne suç vardır, ne de ceza!…

Şimdi sizlerden, mantığınızı kullanarak, yukarıdaki sorulardan koyu renk olanların cevabını düşünmenizi istiyoruz. Bu soruları daha önce kendi kendinize sormadıysanız, lütfen neden sormadığınızı da düşünün!..Kendiniz için olmasa bile çocuklarınız için düşünün. Çünkü bir gün çocuklarınız, kendinize dahi hiç sormadığınız bu soruların cevabını sizden isteyebilirler. Mantıklı bir yanıt vermediğinizde de onları, yukarıdaki seçeneklerle baş başa bırakıyorsunuz demektir!..

“Arının bütün meziyetlerine rağmen sevilmeyişi,nefsini acı ile koruyuşundandır. Unutulmasın ki, arının mantığı olsa iğnesini kullanmazdı!..” *
Mantık, insan için öylesine bir silahtır ki; Allah yolunda kullanırsan nefsinin seni Allah yolundan uzaklaştıracak isteklerini, nefsinin yolunda kullanırsan, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneğini kaybedersin!.. Mantığını nefsine uyarak kendine çeviren ve bu nedenle doğruyu ve yanlışı ayırt etme
yeteneğini kaybedenlere en güzel örnek şeytandır.Kur’anda Allah,” Adem’e secde et! ” dediğinde şeytanın mantığı, nefse dönük bir ölçü kullanmış ve ” Ben ondan hayırlıyım çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın. ” diyebilmiştir. (A’raf 12 – Hicr 33 – Sad 76) Burada dikkat çekici olan; emre itaat etmeyen şeytanın, temelde aklını ve mantığını kullanıyor olmasıdır. Çünkü; şeytanın emre itaat etmemek için öne sürdüğü neden, kendine göre mantıksaldır. Yani mantığını çalıştırmış, fakat nefsinin lehine kullanmıştır.

Kur’anda, mantığını nefsinin lehine kullananların örneklerine rastlamak mümkündür. Hatta, günahkarların cehennemde hesap veririken ya da kendilerini savunmaya çalışırken söylediklerinde de bir mantık vardır:
” Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız. ” (Bakara 170) derler. Çünkü: kendilerince en emin yol, güvendikleri hatta sevdikleri büyüklerinin yoludur. Bu savunu için mantıksız diyemeyiz. Mantık vardır ama mantığı çalıştırıken kullandıkları ölçü, nefsin elindedir. İşte bu ölçüye dikkat etmemiz gerektiğini de yine
Kur’andan öğreniyoruz:

Müddessir Suresinde; ” Ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi “(16) diye tanımlanan kişi için deniliyor ki;
” Derin derin düşündü o; ölçtü biçti. Kahrolası nasıl bir ölçü kullandı? Bir kere daha kahrolası nasıl bir ölçü kullandı? Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve böbürlendi. Şöyle dedi: Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil. İnsan sözünden başka bir şey değil bu. ” (Müddessir 18-25)
Şimdi, söz konusu ayetleri bu bilgiler ışığında yorumlarsak:
1- Allah’ın ayetlerine karşı çıkan kişi cahil ya da aptal değil. Düşünüyor; demek ki aklını kullanıyor. Ayetleri okuyor; demek ki okuyup yazma ve değerlendirme yeteneği var.
2- Ayetleri görür görmez karşı çıkmıyor. Yukarıdaki ayetlerden, belli bir süre araştırma yaptığını anlıyoruz.
3- Allah; ” Nasıl bir ölçü kullandı? ” diye soruyor bizlere. Hem de iki defa. Böylece bu sorunun cevabını bulmak da bizlere farz oluyor!

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Sekar’a fırlatılacağı belirtilen bu kişi, aklını ve mantığını, nefsinin belirlediği ölçüye göre kullanarak hüküm veriyor!.. Bir başka deyişle; Aklını ve mantığını nefsin yolunda harcıyor.

Mantığı, nefse yani “benliğe” benzer. Her ikisinin de ortak özelliği, birimsellik bilincini taşıyor olmalarıdır:
Mantığı, birimsellik bilincinden çıkarıp, ” Tek ” lik bilincine ulaştırabilirsek, nefsimizi de eğitebiliriz. Bu nedenle, önce mantığımızı eğitmeliyiz. Mantığımıza; aklımız ile, birimsellik bilinci ile hareket eden nefsimizin de bütünün parçası olduğu, başka bir deyişle; bizdeki cüzi nefsin kaynağının Külli Nefs olduğu bilgisini iletmeliyiz.

Peki,mantığımızı nasıl kullanmalıyız ki,nefsimizle olan savaşımızda bize bir güç olsun? Aslında, mantığın nefse karşı savaşı, güncel hayatımızda kolaylıkla fark edebileceğimiz kadar somuttur. Yöntemi şöyle özetleyebiliriz:
“ Mantığına uyan en doğrusudur. Mantığına uymayan, acaba denilen, daima aranmaya muhtaçtır. Mantığına uymayan, doğruyu vermeyendir!… İçin kaynarken, hayır nefsime değil mantığıma uyacağım dersen, ilk savaşı içinde yaparsan,güçlüğü yenmiş olursun, yoksa, aklına geldiği gibi nefsine kapılıp savaşa
atılırsan kaybedersin!..”

Bir şeye karar vermeden evvel mutlaka düşünün, düşünmeden karar vermeyin denilmesinin temel nedeni budur: Akla gelen düşüncenin, mantık tarafından değerlendirilebilmesi için, mantığa zaman tanımak, yani aklımıza geldiği gibi hareket etmemek!…Sonrasında da gönüle danışmak. Kısacası, akıl-mantık-gönül
üçgenini kurmak.

Akıl ile mantığın ilişkisini irdeleyecek olursak; mantığı, aklın fonksiyonu olarak tanımlayabiliriz. Mantığın çalışıp çalışmaması akla bağlıdır. Fakat, çalışır haldeki mantık, nasıl çalışması gerektiği konusunda sadece akla bağımlı değildir, bu noktada, gönül de, nefs de devreye girebilir. Yani, mantık, çalışması açısından akla bağlı, nasıl çalıştığı açısından ise bağımsızdır.
Mantığın çalışıp çalışmaması akla bağlıdır dedik. Bunu şöyle açabiliriz; Aklını kullanmayan, mantığını da çalıştıramaz. Ama aklınızı kullandığınız halde mantığınızı çalıştırmayabilirsiniz. Başka bir değişle;
Mantıklı bir insan akıllıdır da. Ama akıllı bir insan mantıksız olabilir!…

Şimdi, akıl ile mantığın ilişkisine bakalım:
“ Akıl, mantığı doğruya götürür, doğru; kula, kimseye zarar vermemeyi öğretir. Akıl, çerçeveyi çizebilen, mantık yoluna çevirebilendir. Mantık, aklın süzgecidir. Akıl, yön verendir, mantık, aklın verdiğini eleyen, büyük geleni ufalayan. Güçlük, ne elemek, ne ufalamaktır. Güçlük, ne yapacağını bilmemektir. Aklın yaptığını, mantık ölçmezse, yanılgıya düşülür. Ölçme yeteneğin yoksa, ölçebilene danış. “ *
Evet; güçlük; ne yapacağını bilmemektir!.. Ne yapacağımızı bilmemek, ne istediğini bilmemekten doğar. Çünkü, ne istediğini bilen kişi, davranışlarını, amacına uygun hale getirir ve mantığını da, yine bu isteğine ulaşma yönünde çalıştırır. Kısacası, ne istediğini bilen, ne yapacağını da bilir. Böyle olunca da, belirsizlik
ortadan kalkar ve mantık tek bir yönde çalışmaya başlar. Mantık, tek bir yönde çalıştığında, idrak artar.

Her insanın mantık ölçüsünü, önyargıları belirler. Önyargılardan kurtulduğumuz ölçüde ise mantığımızın çerçevesi genişler. Bu nedenle de, her insanın mantık ölçüsü farklıdır. Mantığın, bu yoldaki görevi ise; cüzi aklı, Külli Akıl’a bağlamaya yardımcı olmaktır

Mantığın en önemli görevlerinden biri de; kişinin niyetini oluşturmasıdır. Mantık; gerçekleşmeyecek isteği niyete döndürmez. Bu nedenle, mantığı ile niyet edenler, niyetlerine yanlış yön vermekten kurtulurlar. Çünkü; mantık çalışmazsa, niyetler hayale dönüşür. İnsan, elde edemeyeceği şeylere niyet etmeye başlar. Olmayacak niyetin olumuna çalışmak da, niyetlerin gerçekleşmiyeceği anlaşıldığında, insanı umutsuzluğa sürükler. Umutsuzluk ise, imanı bitirir!.. İnsanı, Hak yolundan döndürecek tüm isteklerin bu yoldan kaldırılması niyeti de, mantık ile kurulur. Bu niyette, duyguya değil, mantığa yer vardır. Mantık,
ne olursa olsun, yoldaki pisliklerin temizlenmesini söyler:

Niyet, tüm davranışlarımız için temel kriterdir. Doğru bir niyet yoksa, ibadetin de anlamı yoktur. Allah’ın ne namazımıza ne orucumuza ne sadakamıza ihtiyacı vardır. İbadetlerimiz Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşan; ibadetlerimizi yapma niyetidir. İbadetler de dahil tüm davranışlarımızda temel prensip, niyetimizin Allah’ın rızasını kazanmak olmasıdır.

Konuya Kur’andan örnekler verelim: ” O’nun katında hiç kimsenin O’na karşılık olarak verilecek bir nimeti yoktur. Yüceler yücesi Rabb’inin yüzünü özleyip istemek için veren hariç. ” (Leyl 19-20)
” Güzel söz ve bağışlama; arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur. Ey iman sahipleri! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara riya için malını infak eden kişi gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle boşa çıkarmayın…” (Bakara 263-264)

Mantığın, iman bütünlüğünü sağlamadaki rolü, onun, nefsle mücadelesinin ne kadar önemli olduğunun da göstergesidir. Bu nedenle de, nefsin oyunlarına karşı uyanık olmak zorundadır. Mantığın, nefse yenik düşmemesindeki etkenlerden bir diğeri de gönüldür.

Şimdi, mantık ile gönül arasındaki ilişkiyi, mantığın çalışması yönünden değerlendirelim:
Gönül, en büyük gücü olan sevgi ile, nefse uyan mantığı döndürmeye çalışır. Mantık ise, insanın niyetini, Allah’a ulaşmanın yollarına çevirerek, gönle yardımcı olur. Gönül ile mantığın ilişkisi; gönül, Allah’ın aşkına varıncaya kadardır:
“ Mantık, dünya ile ahireti ayırıncaya kadar çalışır. Ahiret yoluna bağlayınca, mantık yerini gönüle bırakır. Aşk, mantık kabul etmez. Deryaya dalan, ölümden korkmaz. Mantığını gül bahçesine girinceye kadar çalıştırırsın. Varınca, gülden başka görmezsin, bülbülden başka dinlemezsin!..” *

Şimdi, mantığımızı devre dışı bırakan etkenleri tanımak için bir örnek verelim ve mantığın en önemli
zaafına değinelim: Korku!…
Korku, mantığı tamamen devre dışı bırakan bir duygu olup, bu anlamda kullanıldığında, nefs tarafından yönlendirilir. Gönülün yönetimindeki korku ise,( ki bu korkunun en başında Allah korkusu gelir) kişiyi, Allah yoluna döndürmek ve kötülüklerden uzak tutmak için kullanılan bir yöntemdir. Gönül korkuyu, insanın korkuya gereksinimi olmadığını idrak edene kadar kullanır!..

Konumuz gereği, mantığa karşı olan korkuyu anlatmaya çalışalım:
“ Mantıkta olan bir takıntıdır korku” * Korku, öyle bir takıntıdır ki, bırakın yüzyüze gelmeyi, onunla karşılaşmamak için bile mantıksızca davranabilirsiniz. Kedilerden korkan biri, masanın altına kedi gelme
olasılığı yüzünden, 40 derece sıcaklıkta, bahçe yerine içerde yemeyi tercih edebilir ve bu tercihte, hiç bir mantıksal yan yoktur.

Konumuza yönelik en belirgin örnek, günaha girme korkusudur. Oysa ki, günah işlemek ya da işlememek, korkuya değil bilinçli bir seçime ve iradeye bağlıdır ve bu seçim de mantık ile yapılır. Bu farkındalıkta olmadığımızda, nefs, bizleri, günahtan korkutarak günaha itebilir. Örneğin; oruç tutmak, farzdır. Ama, günaha girme korkumuzdan, mantığımızı kullanmayıp, hastalanacağımızı bile bile oruç tutmakta ısrar etmek ise, bedene karşı işlenen bir günahtır.

Bir diğer örnek ise; cehenneme gitme korkusudur. Cehenneme gitme korkumuz mantıksal boyutları aştığında, dünyadaki yaşamımızı cehenneme çevirebilir. Yani, cehenneme gitmemek için, cehennemimizi yaşarız!.. Allah’ın bizler için verdiği nimetleri bile reddeder, dünyaya geliş nedenimize aykırı yaşamaya başlar, melekleri taklit ederiz.
Korkularımız, mantığımızı devreden çıkardığına göre, onları yenmenin tek yolu da mantığımızı devreye sokmaktır. Temel prensip şudur: mantıksızlığı, mantığınızla değerlendirin ve mantıksızlığın üzerine yine mantığınız ile gidin!…

Gerçek anlamda tüm korkulardan arınmak ise; sadece ” Aşk ” mertebesine ulaşmak ile olur. Çünkü, Allah aşkı ile yanan bir gönülde ne günah korkusu kalır ne cehennem!..
Bu konuya dikkat çeken Mevlana;
” Korkudan ağırlamak, hizmet etmek hayvanların işidir. Hayvanlarda aşk ile hizmet nerede? ” (Divan-ı Kebir 7/647) diyor.

Sözün özü ; iman bütünlüğüne sahip olabilmemiz için, öncelikle mantığımızı kullanmak zorundayız. Çünkü biz onu kullanmazsak, o bizi mutlaka kullanacaktır!…

Berrak Bulut
Berrakbulut@hotmail.com
http://www.berrak.org

Yazar : Ceyhan Özkavalcıoğlu
Bu yazı Din-bilim-felsefe ilişkisi kategorisindedir.


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website