ATEİZM YANILGISI-3

 

Önceki iki yazımı okuyan okuyucularım da rahatlıkla göreceklerdir ki evreni/kâinatı belli bir amaç doğrultusunda, ortak bir gayeye yönelik, ilkesel bir birlikle, bilinçli ve tutarlı bir şekilde var eden bir Allah’ın varlığına sayılamayacak kadar çok işaret varken bunun tersi olan “Allah’ın olmadığı” fikrine işaret eden hiçbir kanıt, bilimsel veri, mantıklı ve tutarlı bilgi yoktur.

İnançsızların sard ettikleri fikirlerin ana çatısı red etmek, görmezden gelmek, ilgilenmemek ya da olmadığını farz etmekten ibarettir.

Onlar bir Allah’ın varlığını sadece red ederler. Ve ellerinden gelen de sadece budur. Zira Allah’ın olmadığına dair ne mantıki bir gerekçe, ne tutarlı bir görüş, ne anlamlı bir bakış açısı, ne bilimsel bir kanıt vardır. Oysa Allah’ın varlığına dair işaretlerin ve göstergelerin haddi hesabı yoktur. Bu şuna benzemektedir.

Farz edelim ki bir masada oturuyoruz. Masanın üzerindeki yaprak biz ona etki etmeden bir anda kımıldamaya, hareketlenmeye ve savrulmaya başladı. Şimdi karşımızdaki kişiye “yaprağın kımıldadığını görüyor musun?” diye sorduğumuzda hiç şüphesiz “evet görüyorum” diyecektir.  “yaprağı kıpırdatan güç rüzgardır” dediğimizde atesit düşünce şu mantıkla cevap verecektir “ama ben rüzgarı görmüyorum. O halde rüzgar yoktur. Hem zaten sen de görmüyorsun. Ve görmediğin şeye inanıyorsun. O halde sen aklını kullanmayan birisin. Bana rüzgarı gösterirsen belki sana inanabilirim. Bana rüzgarı gösteremediğin sürece sana kesinlikle inanmayacağım.”

Biz elbette ona rüzgârı gösteremeyiz. Ama örnekte rüzgârın varlığına dair çok kesin bir işaret varken rüzgârın yokluğuna dair onun fiziksel olarak göze görünmemesinden başka hiçbir işaret yoktur. O halde bir şeyi görmemek onun olmadığına işaret etmez. Bir şeyin varlığına hükm etmek için ona işaret emarelerin var olması yeterlidir. Eğer emareler bir tane dahi olsa yine de bu emare/işaret o şeyin var olması yönünde çok güçlü bir ihtimal ortaya koyacaktır.

Bir binanın yüz tane kapısı olduğunu düşünelim. Bu o binaya girmek için yüz değişik yol olduğunu gösterir. Şimdi bu yüz kapıdan doksan dokuzunun kapalı, kilitli olduğunu farz edelim. Sadece bir kapının açık olması yine o binaya girmenin kolaylıkla mümkün olduğunu gösterir. Oysa durum bunun tersi olsa yani binanın doksan dokuz kapısı açık olsa sadece biri kilitli olsa ve birisi çıksa dese ki “bu binaya girilemez. Çünkü buradaki bir kapı kapalıdır” bunu söyleyen kişinin ne kadar yanılgı içinde olduğu hemen anlaşılacaktır.

İşte örnekteki gibi evrende Allah’ın varlığını gösteren deliller, işaretler, kapılar adeta sınırsızdır. Bu kapılardan herhangi bir tanesinin akla yatkınlığı dahi onun varlığına açılır. Diğer tüm kapıların kapalı olması bile onun yok olduğu anlamını güçlendirmez. Zira varlığı kanıtlayan bir delil, yokluğu ima eden binlerce işaretten daha kuvvetlidir.

Diğer bir örnekte bir odaya girdiğimizde odada elma kokusu aldığımızı varsayalım.  Bu bize elmanın varlığına dair inkar edilemeyecek derecede kuvvetli bir işaret olacaktır. Elmayı odada bulamazsak dahi o odada yakın bir zamanda bir elma bulunduğuna yahut elmanın varlığına dair kuvvetli bir işaret edinmiş oluruz. (Odaya elma kokusu içeren bir sprey sıkıldığı farz edilip itiraz edilse bile neticede elma kokulu sprey olması da yine elmanın varlığına işarettir)

Sonuçta evrende görülen her şey

  • varlığıyla onu var edene
  • hareketiyle onu hareket ettirene
  • içerdiği bilgilerle onu bilgilerle donatan mükemmel bir bilgi sahibi olana
  • mükemmel tasarımlarıyla onu tasarlayanın mükemmelliğine
  • güzelliğiyle onu var edenin güzelliğine
  • azametiyle onu var edenin ihtişamlı ve sonsuz gücüne
  • hülasa tüm yönleriyle onu ortaya çıkarıp yaratana işaret etmektedir.

Oysa evreni bir yaratıcının yaratmadığına dair hiçbir işaret yoktur. İnançsızların en çok yanıldıkları noktalardan birisi “evrim teorisinin” her şeyi açıkladıklarını sanmalarıdır. Oysa “evrim” adı üzerinde sadece bir teoridir. Farz-ı muhal olarak bu teori kesinlikle doğrulanmış olsaydı bile bu evreni bir yaratıcının var etmediği anlamına yine gelmez. Bu yerçekimini bulan Newton’un şunu demesine benzer “Bizi yerde tutanın tanrı olduğunu sanıyorduk ama yer çekimini bulunca anladık ki tanrı yokmuş!” Tabi ki Newton böyle bir şey söylememiştir ve diyemez.

Zira bu mantık yürütmenin ne kadar yanlış olduğu barizdir. Çünkü yerçekiminin var olması tanrının yok olduğu anlamına gelmez, bilakis yerçekimini bu derece bilgiyle ve ince bir hesapla var eden bir yaratıcının olması ihtimalini daha da güçlendirir. Zira yerçekimi var edilmeseydi insanlar yeryüzünde yaşayamayacaktı o halde yerçekimini var eden, insanın yaşamasını amaçlamıştır.

İşte bunun gibi hiçbir şekilde ispatlanamamış ve içinde yüz binlerce belirsizlik barındıran evrim teorisi farz-ı muhal olarak ispatlansa dahi bunun “yerçekimi yasasını” bulmaktan öte bir anlamı olmayacaktır. Ve bu durum kesinlikle Allah’ın yokluğuna hiçbir şekilde işaret etmeyecektir.

Şimdi evreni Allah’ın yarattığına dair öne sürülen akıl yürütmeler ve işaretlerin Allah’ı inkâr edenlerin öne sürdükleri akıl yürütmelerden çok daha mantıklı, çok daha tutarlı, ihtimal olarak çok çok daha yüksek, çok daha anlamlı ve anlaşılır olduğunu izaha etmeye ve böylece inançsızların nasıl bir yanılgı içinde olduklarını daha keskin bir şekilde görmeye çalışalım.

Örnek:

  • Çöle gittiğimizi varsayalım. Çölün ortasında beş yıldızlı bir otel ayarında bir yapı bulduk. Her şey bizim orada rahat edebilmemiz ve çöl şartlarından etkilenmememiz için çok ince bir şekilde planlanmış. Odalarda klimalar sıcaktan etkilenmeyeceğimiz şekilde ayarlanmış. Menülerdeki yiyecekler bizim almamız gereken aylık kalori ve besin değerlerine göre günlük olarak hesaplanmış. Su, banyo ihtiyacı, tuvalet ihtiyacı vb. gibi hülasa bizim tüm ihtiyaçlarımız önceden düşünülerek hazır edilmiş… (Bu örnek Robbin Collins’in bir makalesinden uyarlanmıştır)

 

Bu örneğe göre her iki durum için akıl yürütelim:

 

Biz inançlılar bu yapıyı çölün ortasına bina eden bir sahibinin olduğunu, bu kişinin bizim buraya geleceğimizi, yolumuzun buradan geçeceğini bildiği için yapıyı tam da bu noktaya yaptığını, bizim tüm ihtiyaçlarımızı ve anatomik özelliklerimizi bildiği için otelde tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan şartlar oluşturduğunu, binayı ona göre dizayn ettiğini söyleriz.

Oysa ateizm mantığı, binanın orada bulunmasının onun bir sahibinin olduğunu göstermeyeceğini, bu durumun çöl şartlarının gerektirdiği bir zorunluluk olduğunu, binanın bizim ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde düzenlenmesinin bir tesadüf olduğunu, aslında binanın hiç de göründüğü kadar mükemmel bir dizayna sahip olmayıp bir süre sonra yıkılmaya yüz tutacağını ve bu nedenle onu buraya birinin yapmadığını öne sürecektir.

Aslında bu örmekler çoğaltılabilir ama sanırım yukarıdaki iki akıl yürütmeden hangisinin insan aklına daha yatkın, makul, kabul edilebilir, tutarlı ve anlamlı olduğu aşikârdır. Hal böyleyken ateist düşüncenin teist düşünceye sahip insanları “aklını kullanmayan insanlar” olarak görmelerinin ve göstermelerinin ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu anlayacağınızı umuyorum.

Hâlâ akıl etmez misiniz? Enbiya-66-67.

Devam edecek…

Selam ve dua ile

Metin AYDIN

 


About the Author
Author

metinlone

Comments (1)
Leave a reply

Reply to gunsalotay Cancel reply

Name (required)

Website