Kuran ve İnşa Ettiği Zihin / Zayıfı Korumak

Kuran ve İnşa Ettiği Zihin / Zayıfı Korumak

Kuran sunduğu iman, koyduğu ilkeler, emirleri, yasakları, tavsiyeleriyle zihinleri inşa etmektedir. Unutmamalıyız ki bu zihin inşası 7. yüzyılda insanlara ulaşmış bir kitap ile olmaktadır. Önceden ele alınan, Kuran’ın, insanların hayatının merkezine Allah’ı koyması, olağanüstülükleri, tarihte oynadığı rol ve anlam vermesi gibi önemli özelliklerinin yanına Kuran’ın çağını aşan şekilde zihinleri inşa etmesini de eklemeliyiz.

Gerçekten de Kuran, insanlarla buluştuğu çağda, o çağı aşacak şekilde zihinleri inşa etmiş midir? Yoksa “çağı aşan zihin inşası” olarak görülen özellikler 7. yüzyıl Mekke ve Medine’sinde yaşamış Muhammed’e atfedilebilir mi? Bu bölümde somut örnekler üzerinden bu konuyu ele alacağım. İnsan hakları, yönetim ilkeleri, savaş ilkeleri, bilimsel zihin ve çevre bilinci gibi konuları bu bölümde kısaca inceleyeceğim. Örneğin bilimin insanlık için ne kadar önemli olduğu modern çağın başlangıcından bu yana yaygın olarak takdir edilmektedir ama böylesine bilimi takdir eden bir zihniyetin hakim olmadığı 7. yüzyılın Arap yarımadasında zihinlerin bu yönde şekillenmesinin harikalığına dikkat çekmeye çalışacağım. Bir yandan Kuran’da, insanlık için çok önemli konularda, çağın kısır bakış açılarını aşan ifadeler olduğunu ortaya koymaya çalışırken, bir yandan da Kuran’ın bu önemli hususlarda zihinleri şekillendirme tarzı ve koyduğu ilkeler sebebiyle rehber edinilmeye layık kaynak olduğunu göstermeye çalışacağım.

İslam ezilenlerin, güçsüzlerin, muhtaçların yanında olan ve zayıfların aleyhine olan statükoyu bozan devrimci bir dindir. Kuran ayetleri, zayıf durumda olan fakirlerin, kadınların ve kölelerin durumunun düzeltilmesine katkıda bulunmuştur. Nietzsche’ye göre dinin zayıfın yanında yer alması “köle ahlakıdır” (slave morality) ve dinin olumsuz yönlerinden birisidir. Nietzsche’nin “din” olarak gördüğü Hıristiyanlıktı ve eleştiri oklarını ona yöneltmişti fakat zayıfı koruma hususunda Hıristiyanlığa yönelik söyledikleri önemli ölçüde İslam için de geçerlidir. İslam zayıf olmayı kutsamamıştır ama zayıfların durumunun düzeltilmesi yönünde hükümler getirmiştir. Nitekim İslam ve Hıristiyanlıktan sonra en geniş takipçi kitlesine sahip din olan Hinduizm, birçok kişinin ezilen ve zayıf durumunun devamını sağlayan kast sistemini meşrulaştırmada önemli rol oynamıştır. Muhammed eğer din uydursaydı, kendi ait olduğu cinsi ve sınıfı kayıran, ayrıca İslam’ın ilk muhataplarının ileri gelenlerinin rahatça kabul edeceği bir din uydurması beklenirdi. Hz. Muhammed erkek ve özgür bir birey olmasına karşın kadınların ve kölelerin durumunu düzeltti. Ayrıca vahyin ilk muhatapları olan Mekkeliler ve Medinelilerin ileri gelenlerinin önemli bir kısmı, Kuran’ın zayıfları koruyan hükümleri yüzünden İslam’dan uzak durdular. İslam, onların beğeneceği hükümleri değil, zayıfı koruyan ve yükselten, evrensel ilkeler koyan hükümler getirdi.

Öncelikle fakirlerin durumunun düzeltilmesine yönelik birçok Kuran ayetinden iki tanesini örnek olarak vereceğim:

9-Tevbe Suresi 60: Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak, ancak fakirler, düşkünler, zekat toplayan görevliler, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalanlar içindir. Allah bilendir, hikmet sahibidir.

89-Fecr Suresi 17: Hayır! Aksine siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.

18: Ve yoksulu yedirme konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

Kuran fakirliği kabul edilmesi gereken bir durum olarak sunmamış, birçok ayetiyle, inananların fakirliğin kaldırılması için aktif olarak uğraşmalarını, kendi imkanlarından fakirlere pay ayırmalarını emretmiştir. Kuran, tüm dirençlere karşı fakirlerin doyurulmasını önemli bir farz olarak Müslümanlara yüklemiştir. Buna karşı inkarcıların direnişini şu ayette görmekteyiz:

36-Yasin Suresi 47: “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden veriniz” denildiğinde, inkarcılar inananlara dediler ki: “Allah’ın eğer dileseydi doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.”

İslam’la beraber kadınlar, ailelerine veya statülerine bakılmaksızın, artık toplumun tam ferdi olarak kabul edilmiş ve önceden sadece erkeklere tanınan birçok hakkı özgürce kullanmaya dinen ve hukuken hak kazanmışlardır. İslam’ın ilk dönemlerini incelediğimizde, kadınların her alanda aktif olduklarını, bugün bazılarının zihinlerinde yer alan “pasif Müslüman kadın” beklentisinden çok farklı profiller sergilediklerini ve toplumda gayet görünür hayatlar yaşadıklarını anlıyoruz. Kadınların, Hz. Muhammed’in Peygamberliği döneminde, kamusal alanın merkezi olan camilere ve toplu ibadetlere düzenli olarak katıldıkları, erkeklerle bir arada olmalarını zaruri kılan meslekler icra ettikleri, ticaretle uğraşıp para kazandıkları, hem kadınlara hem erkeklere öğretmenlik yaptıkları, cephe gerisinde askerlere yardım ettikleri, hastalara ve yaralılara bakmak gibi aktif görevler üstlendikleri, hatta cesurca savaşlara katıldıkları bile kaynaklarda mevcuttur. Kuran, kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiyi birbirini tamamlayıcılık üzerinden tarif etmiştir.

2-Bakara Suresi 187: Kadınlar sizin için siz de onlar için birer elbisesiniz.

9-Tevbe Suresi 71: İnanmış erkekler ve inanmış kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.

İslam, kadınlara, o güne kadar hiçbir toplumda görülmemiş hak ve özgürlükleri vermiş; kadınlar, dilediğiyle evlenebilir, mirastan pay alabilir, istedikleri gibi mülk edinebilir, çalışabilir, mehirlerini (evlilik anlaşmasına bağlı olarak kadının alacağı bedel) aileleri değil kendileri alabilir duruma gelmişlerdir. Kadınlara verilen hakların önemli bir bölümü, toplumun bazı eski geleneklerine dönmesiyle ortadan kalkmış, İslam öncesi cahiliye döneminin geleneklerine ek olarak yeni fethedilen bölgelerin kadın düşmanı kültürleri de (Bizans ve Sasani kültürleri gibi) “İslam” adı altında etkili olmaya başlamıştır. Kadın düşmanı gelenekler, İslam kültürüne sızıp kural olarak kabul edilince doğal olarak zaman içinde İslam ile özdeşleştirilmişlerdir. İslam ile özdeşleşince de artık değişmez hükümler olmuşlardır. Buna ek olarak hemen hemen hepsi erkek olan etkili ilahiyatçıların, cinsiyetlerini merkeze alan yorumlarıyla da yavaş yavaş eski düzen geri getirilmiş ve kadınlar kazandıkları haklarından mahrum olmuşlardır. Abdullah bin Ömer’den rivayet edilen, Buhari’deki şu hadis, Hz. Muhammed’in vefatından sonra başlayan bozulmayı güzel tarif etmektedir:

“Peygamber devrinde hakkımızda ayet iner korkusuyla kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Peygamber vefat edince, dilimizi ve ellerimizi onlara uzatmaya başladık.”

Kuran’ın kadınlara tanıdığı birçok hakkın Müslüman toplumlarda kadına tanınmadığı doğrudur fakat bu kitabın odak konusu Müslümanların uygulamaları değil İslam’ın ne olduğudur. İslam’a karşı tavrımızı, Müslümanların uygulamaları değil fakat İslam’ın ne olduğu belirlemelidir.

Kuran’ın vahyedildiği dönemde, hem Mekke ve Medine’de hem civarındaki bölgelerde hem de dünyanın birçok yerinde kölelik (kadın kölelere cariye denir) çokça uygulanan bir sistemdi. Kimisi borcunu ödeyemediği için, kimisi savaşta esir düştüğü için, kimisi de başka sebeplerle köleleştiriliyordu. Köleliğin yaygın olduğu böyle bir dönemde bile, Kuran’da, hür insanları köleleştirmeye izin veren bir tek ayet bile yoktur. Daha önceden köleleştirilmiş olanların özgürlüğüne kavuşturulmaları ise Kuran’da hedef olarak gösterilmiştir. Örneğin Kuran, insanların yaptıkları birçok hataya karşılık kefaret ödemelerini söylemiştir; bu kefaret yöntemlerinin en başta gelenlerinden biri ise bir köleyi özgürlüğe kavuşturmaktır. Kuran, yanlışlıkla bir insan öldürmenin bedellerinden biri olarak (4-Nisa Suresi 92); kötü bir adet olan zıhar yapmanın -eşini annesi gibi ilan etmenin- bedellerinden biri olarak (58-Mücadile Suresi 3) ve kasıtlı şekilde yemin bozmanın bedellerinden biri olarak (5-Maide Suresi 89) köle azat etmeyi öngörmüştür. Bunların ikisinde (yanlışlıkla öldürme ve zıhar) önce köle azat etmeye çalışılacaktır (bunu gerçekleştiremeyen diğer seçenekleri yapacaktır), diğerinde ise (yemin bozma) köle azadı seçeneklerden biridir. Bunlardan bir tanesinde (yanlışlıkla öldürme) mümin köle azat etme şartı vardır, diğerlerinde ise böyle bir kayıt yoktur. Sırf Kuran’ın bu hükümlerinin uygulanması bile toplumda köle olarak kimsenin kalmamasını sağlamaya yeterlidir. Fakat Kuran’da bununla da yetinilmemiş, en önemli ibadetlerden biri olan zekatın verileceği yerler arasında, insanları özgürleştirme (kölelikten kurtarma) sayılmıştır. Bu ayetlerden birisi yukarıda alıntılanan Tevbe Suresi 60. ayettir, diğer bir ayet ise Bakara Suresi 177. ayettir. Ayrıca Kuran, kölelerin özgürlüğe kavuşturulmasını ve açlık seviyesindeki fakirliğin kaldırılmasını aşılması gereken bir hedef olarak insanların önüne koymuştur.

90-Beled Suresi 12: Sarp yokuş nedir bilir misin?

13: Özgürlüğe kavuşturmaktır.

14: Veya kıtlık zamanında doyurmaktır.

15: Yakınlığı olan bir yetimi.

16: Veya sürünen bir yoksulu.

Bazıları Kuran’ın neden kölelikten bahsettiğini sormaktadırlar. Kuran, fakirlikten neden bahsediyorsa kölelikten de o yüzden bahsetmektedir. İleri seviyede fakirliğin Beled Suresi’nde kölelikle beraber anıldığını, zekat verilecekler arasında fakirliğin ve köle azadının beraber sayıldığını da hatırlayalım. Ne kölelik ne fakirlik, “Haydi kaldıralım” gibi bir deklarasyonla yetinilerek ortadan kalkar; fiili uygulama ve kişilerin kendi maddi imkanlarından feragatleri gereklidir. Kuran, bu konuyla ilgili gereken uygulamaları belirlemiş ve uygulandığı takdirde köleliği yok edecek eylemleri ibadet olarak sunmuştur. Kölelikten hiç bahsedilmeseydi, o zaman köleleri azat etmeyi mecbur kılan ve teşvik eden uygulamalar olmayacaktı; bu da hiç şüphesiz kölelerin aleyhine olacaktı. Ayrıca diyelim ki Mekke’de ve Medine’de Müslümanlar arasında köleliği sadece bir deklarasyonla kaldırdınız; Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, müşriklerin oluşturduğu toplumlarda kölelik devam edecekti. Müslümanlar köleleri aralarına almayınca, zekatı köle azadından başka alanlara vereceklerdi, kefaretlerde de diğer uygulamaları seçeceklerdi. Bundan da zararı yine köleler göreceklerdi; kendilerini azat etmenin bir ibadet olarak sunulduğu Müslüman toplumun içinde olmak kölelerin menfaatineydi. (Müslümanların, tarihsel süreç içinde, Kuran’ın bu konudaki hükümlerini gereği şekilde uygulamadıkları, ne yazık ki gerçektir.) O dönemde, yoğun uluslararası ilişkilerin olduğu bir dünya sisteminin olmadığı göz önünde bulundurulursa, köleliğin kalkmasının küreselleştirilemeyeceği rahatça anlaşılacaktır. Bu imkan doğunca bunu yapmak veya bunu yapacak kuruluşlara (Birleşmiş Milletler gibi) destek vermek Beled Suresi’nde ortaya konulmuş olan hedefin gereğidir.

Bir de şunu anlamamız lazım; özgürlüğünü yitirmiş kişi sadece kendisine “köle” denilen kişi değildir. Günümüzde birçok kimse, ekonomik yokluklar ve cinsel istismarlar nedeniyle kendilerine “köle” denilmese de köle hayatı yaşamakta; iradelerini özgürce kullanamamakta, zorla çalıştırılmakta, zorla seks kölesi yapılmaktadırlar. Dünyada bu konuda ciddi çalışmalar yürüten Uluslararası İş Örgütü (International Labour Organisation) ve Özgür Yürüme Vakfı (Walk Free Foundation) gibi kuruluşlara göre şu anda kimisi zorla evlilik yaşayan kimisi seks işçisi, kimisi zorla çalıştırılan kırk milyon civarında “modern köle” mevcuttur.139 Bunların yüzde yetmiş kadarı kadındır. Bazılarına göre dünya tarihinde adet olarak en çok kölenin olduğu dönem, içinde bulunduğumuz dönemdir. Bana göre, bunları bu durumdan kurtarmak ile ilgili harcama yapmak da Kuran’ın işaret ettiği “özgürlüğünü yitirmişlere” zekat vermektir. Bunları bu durumdan kurtarmak, Kuran’ın bahsettiği köle kurtarma kefaretinin kapsamına dahildir ve bu durumu düzeltmekle ilgili her çaba ise Beled Suresi’nin koyduğu hedef için didinmek demektir.

Ayrıca günümüzde, zahiren zorlama olmasa da, açlık sınırındaki fakirlikten dolayı çok kötü şartlarda çalıştırılan yüz milyonlarca kişi vardır ki, bunların ne kadar özgür olduğu da tartışmalıdır. Kitabın öngörülen hacmini aşacak bu tartışmaya burada girmiyorum. Köleliğin ABD’de kaldırıldığı dönemde, köle sınıfının bir kısmı sanayi devrimi sonrası oluşan işçi sınıfına geçmiştir ve işçi sınıfının içinde öncekinden kötü koşullarda çalışmaya zorlanmışlardır. Kaynaklarda bu dönemde azat edildikten sonra açlıktan ölmemek için eski çalıştıkları yerlere dönen kölelerden bahsedilmektedir. İşçi sınıfının oluşmadığı bir dönemde, hiçbir mal varlığı olmadan azat edilecek kölelerin, hayatlarını nasıl sürdürecekleriyle ilgili sorun çok önemlidir. Bu yüzden köleleri azat etmek kadar bu kişilerin minimum ihtiyaçlarının karşılanmasını planlamak da gereklidir. Kuran, köleler için yapılacak harcamaların ibadet olduğunu ifade ederek, pratikte uygulaması verimli sonuçlar verecek bir model sunmuştur. Burada önemli olan ve gözden kaçan nokta şudur: Kuran hiçbir şekilde özgür bir kişiyi köleleştirmeye cevaz vermemiştir. Fakat ne yazık ki İslam dünyasında fethedilen yerlerdeki insanlar Müslümanlarca köleleştirilmişlerdir. Oysa aşağıdaki ayette görüleceği gibi savaş bittikten sonra esirlerin fidye karşılığında veya fidyesiz salıverilmeleri geçmektedir ama köleleştirme şeklinde bir alternatif sunulmamaktadır:

47-Muhammed Suresi 4: İnkar edenlerle savaş sırasında karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onları iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da artık esirlerin bağını sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. İşte böyle, Allah dileseydi elbette onlardan intikam alırdı. Ancak savaş, sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin yaptıkları boşa gitmez.

Kuran, savaş sonlandığında, esirler için iki alternatif sunmaktadır: 1-Savaş esirlerini karşılıksız salıvermek, 2-Fidye karşılığı salıvermek. Görüldüğü gibi köleleştirme diye bir alternatif mevcut değildir. Başka herhangi bir ayette de köleleştirmeye izin verilmemektedir. Kuran’dan savaşla köleleştirme çıkmadığı gibi Peygamberimizin Bedir Savaşı’ndaki, Huneyn’deki, Mekke’nin fethindeki uygulamalarıyla da bu sabittir. Peygamberimiz buralarda, Muhammed Suresi’nin alıntıladığımız ayetine uygun şekilde, esirleri ya fidyeyle ya da karşılıksız bırakmıştır.140 Buralardaki galibiyetlerde, köleleştirme ile büyük bir maddi kazanç elde edilebilecekken, böylesi bir yola gidilmemiştir. Muhammed Suresi’nin ifadelerine aykırı bütün rivayetler, Kuran’a aykırı bir uygulamayı Peygamberimizin benimsemesi mümkün olmadığı için reddedilmelidir.

Kuran’ın, zekatın ve kefaretlerin karşılığı olarak, özgürlüğe kavuşturmaya yönelik emir ve tavsiyeleri uygulansaydı İslam toplumunun içinde kölelik ortadan kalkardı; köleler açlık tehlikesiyle karşılaşmadan özgür topluma entegre olurlardı. Oysa Müslümanlar, Kuran’dan çıkmayan köleleştirmeyi ne yazık ki meşru gördükleri için kölelik İslam aleminde devam etmiştir.

Kısacası Kuran, özgürlüğünü yitirenlerin özgürlüğe kavuşturulmasını; çeşitli suçların kefaretini bu alanla ilişkilendirerek, zekat verilecek yerlerden birisi olarak bu alanı tayin ederek ve özgürlüğü olmayanları özgürlüğüne kavuşturmayı bir hedef olarak koyarak sağlamaya çalışmıştır.141 Kuran fakirlerin, kadınların, kölelerin (özgürlüğünü yitirmişler “köle” olarak isimlendirilmedikleri durumlarda da bu kapsamda değerlendirilmelidir) durumunun düzeltilmesine yönelik ayetler içermektedir. Tarihin uzun bir döneminde haksızlığa uğramış, ezilmiş, zayıf bırakılmış bu kesimlerin durumunun düzeltilmesine katkıda bulunması İslam’ın birçok erdeminden birisidir. Eğer zayıfların durumunun düzeltilmesinin gerekli olduğu kanaatindeyseniz Müslüman olmanız için bir sebep daha var demektir.

Not: Bu yazı, Prof. Dr. Caner Taslaman’ın “Neden Müslümanım?” adlı kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 4

Leave a reply

Name (required)

Website