Kadının Sömürülmesi
“Kadının sömürülmesi çağlara göre farklılaşarak devam ediyor. Önceki yıllarda küçümsenerek, şiddet uygulanarak sömürülen kadından, şimdi övülerek ve iltifat edilerek, çıkar sağlanmaya çalışılıyor. Bu anlamda çok sıkça gündeme gelen cinsel özgürlük konusu, onun daha fazla erkekle beraber olmasının, kendisi için özgürlük olacağını ifade ediyor. İlk bakışta kadın haklarını savunmak gibi gözüken bu durum, aslında ona zarar veriyor. Oysa kadının sosyal hayattaki konumunu çok dar kalıplara sokmak, doğasına aykırı ve zaten psikolojisi bu durumu reddediyor. Sömürüyü ortadan kaldırmak için de kadının dişiliğini değil, kişiliğini kullanması gerekiyor. Çünkü şu anda kadını sömürmek isteyenler, onu kimliksizleştirerek cinsel cazibesini ön plana çıkarıyorlar, buna karşılık toplumsal statüsünde dişilik faktörünü ikinci plana düşürüp şahsiyeti ve vasıflarıyla kendini var eden kadın, erkeklerin çıkarlarını hiçe saymış oluyor. Ancak burada, üzerinde önemle durulması gereken bir husus var: insani değerleri ile anılmak isteyen modern kadın, aklın geliştirilmesine çok önem vererek onu kutsallaştırdı. Mantık ve muhakeme ile ilgili melekelerini yücelten kadın, biyolojik doğasına aykırı davranarak duygularla uğraşmayı zayıflık şeklinde algıladı. Biyolojik doğasına aykırı davrandı; çünkü kadın beyninde daha çok, duygusallıkla ilgili hücre vardı. İşte, beyninin bu sahası aktif olarak çalıştığı halde hislerini görmezden gelen kadın, zor durumda kaldı. Bunun en büyük ispatı, son yıllarda duygularımızın yaşantımızdaki önemi anlaşıldıkça ortaya çıktı. Toplum akli ile birlikte duygularına yaslanmayı da başardıkça, kadınların sosyal roldeki kıymeti artmaya başladı. Kadının sevgi veren, insanlığının sevilme ihtiyacını gideren bir unsur olarak vazgeçilmezliğini kanıtladı.
Bu durum benzeri Antik Yunan Çağında da yaşanmış olmasına rağmen, insanlığın tam olgunlaşmamış olması ve iletişim eksikliği, kısa zamanda kazanılan hakların kaybedilmesi sonucunu vermiştir. Bu haklar, kadını cinselliğinin dışında “insan” kimliği ile görebilirsek gönümüzdeki hukuk çerçevesinde de devam ettirilebilir. Eğer Antik Çağda Yunanlıların yaptığı hata yapılmazsa, yani kadın düşünürlerin varlıklarını hissettirmeleri sureti ile sosyal hayatta aile odaklı yaklaşımlar güçlenirse, her iki cinsin de mutlu olabileceği bir toplum oluşur. Kadın ve erkeğin bencil olmadan bağımsız kalabileceği, kimsenin kimseye üstünlük sergilemeyeceği bir beraberlik oluşabilir. Bunu yapmak, rol paylaşımlarını iyi bir biçimde gerçekleştirmekle mümkündür. İnsanlık şu anda bu olgunluk düzeyine sahiptir. Aslında konuyla alakalı tartışmalar, insanlığı geliştireceği ve ileriye taşıyacağı için iyiye işarettir.
Bir kişinin insaniyeti ile cinsiyet kimliğinin doğru noktalarda değerlendirilmesi, topluma doğru şeyler kazandırır. Mesela erkeklerin kadınları ne derece anladığı ile ilgili yapılan araştırmalarda, seks yaşamları kötü giden erkeklerin, kadınların cinsel niyetlerini abarttıkları ortaya çıkmıştır. Yani cinsel tatminlerinin eksikleri, kadınların cinsel niyetlerinin yanlış değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Bu eksikliği yaşayan erkek, kadının basit bir gülüşünü ya da kendisine normal bir bakışı bile “cinsel davet” şeklinde algılayarak gerçek hayatta var olmayan bir şehveti görmeye çalışır. Oysa bu konuda yetkinliğe ulaşmış bir erkek, karşı cinsle olan münasebetinde cinsel dürtülerini abartmamayı başarabilir. Bu noktada insanın şahsi istekleri belirleyici olurken, toplumsal pornografiye gereğinden fazla vurgu yapılması da böyle bir algılama bozukluğunu teşvik edebilir.
Egemenliğe dayalı modellerde kadının haklarından değil, görevlerinden bahsedilmiştir. İnsanın kendi kendini yönetebilmesi, kadın için geçerli sayılmamıştır. Kadının da bir çocuk gibi kendini yönetemediği ve vesayete muhtaç olduğu kabul edildiği için, onun kararlarını hep erkek vermiştir. Kadının kendi yönetimini gerçekleştirebilmesi için, kimliğinin farkına varması ve kendini, toplumu doğru tanıması gerekmektedir. Kadın kendini köle gibi algılarsa, ona köle gibi muamele eden insanlarla karşılaşacaktır. Bunu engellemek için de kişiliğinin güçlü ve zayıf yönlerini çok iyi bilmeli ve karşı cinsle olan ilişkisini savaş haline getirmemelidir. İnsanlığın şu anda geldiği nokta, “kadın ve erkeğin birbirleri ile savaş değil, birbirlerini tamamlayan iki varlık olduğu” gerçeğidir.”
Bu acı gerçek, Modernleşme adı altında Batılılaşan Dünyanın bize sunduğu kadın portresidir. Batılaşmayı Modern olmak olarak algılayan bir toplumun içinde bulunduğu durumu göremiyor olması ne kadar da üzüntü verici…
Saygılarımla
Yazar : Mehmet Salih ASLAN