“Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” (Hûd, 11/6)
Rızkın mahiyeti nedir?
Bu konuyu incelerken öncelikle “rızk” kavramını ele almak yerinde olacaktır. Evvela rızk nedir? Rızk deyince birçok insanın aklına ilk başta yiyecek ve içecek gelmektedir. Aslında “rızk” kavramı bundan daha geniş bir anlam taşımaktadır.
Bu anlamda rızk, bir canlının yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan her şeydir. Oksijen, su, yiyecekler, gıdalar, ısı, ışık vb. kısacası canlının canlılığını devam ettirebilmesi için ona gerekli olan şeyler onun rızkıdır. Bunu ayetteki “hareket eden, debelenen, kımıldayan” anlamlarına gelen “dabbe” ifadesinden de anlayabiliriz. Zira bitkilerde canlı sayılırlar ve onların rızıkları güneş ışığı, oksijen, su ve topraktaki bazı maddelerdir. O halde rızk en geniş anlamıyla “canlının yaşamını sürdürebilmesi için ona gerekli olan her şeydir.”
İşte canlıların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için onlara gereken tüm rızkı yaratan da Allah’tır. Yani bu ayette Allah bir canlı yaratırken onun yaşamını sürdürebilmesi için gerekli tüm koşulları/rızkı da yaratacağını ifade etmiş olmaktadır.
Örneğin;
İşte Allah canlıları yaratırken tüm bu şartları ve imkanları da birlikte yaratmış tüm canlıların rızıklarını, yaşayacakları yuvaları olan dünyaya belli bir ölçüde ve onları açlığa sürüklemeyecek şekilde serpiştirmiştir. Ve bunu –yani onların rızıklarını yaratmayı- kendi üzerine almıştır.
Yani genelde canlılar, özelde ise insanlar oksijeni, suyu, ışığı, meyve ve sebzeleri ve kendi rızıklarını yaratamazlar. –Allah’dan başka hiçbir sebep de kendi başına bir şey yaratmaya muktedir değildir. Yani dünyadaki canlıların rızıklarını yaratan kör tesadüfler değil Allah’tır- Onların rızıklarını yaratmak Allah’a aittir ve o da taahhüt ettiği gibi dünyadaki tüm canlıların tüm ihtiyaçlarını karşılayacak ortamları, rızıkları yaratmıştır.
Pek çok insan, düşünür, hatta bazı alimler Allah’ın insanların rızkını kendi üzerine almasını “onların rızıklarını yaratmak” şeklinde değil de sanki “dünya üzerindeki tüm canlıların rızıklarını onların ayaklarına götürmek” şeklinde anlamış ve bu nedenle yanlış algılama ve inanışlara sebep olmuşlardır.
Oysa Allah evrende her şeyi yarattığı gibi rızkı da yaratmış ve yine her şeyi birtakım sebeplere bağladığı gibi rızkın kazanılmasını da insanın emeğine, çalışmasına ve özgür iradesini kullanması gibi bir takım sebeplere bağlamıştır. Allah’ın evrende var ettiği sebeplere sünnetulah yani “Allah’ın adetleri, yasaları” denir. Ve bu yasalara uyulmadan herhangi bir şey beklemek adetullaha aykırı olduğundan onun izni olmadan bu şeylerin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Yani;
Eğer ayetin ifade ettiği mana bu şekilde olmasaydı o zaman hiç kimsenin çalışmasına gerek kalmaz, herkes evinde oturur ve “Allah’ım nasılsa benim ölmemem için gerekli rızkı üstlenmişsin o halde ben kılımı bile kıpırdatmadan evde oturuyorum, bana yarattığın rızkı getirip ağzımın içine yerleştirmek de sana aittir” derdi.
Hâlbuki herkesin malumudur ki rızık ile emek arasında sebepsel bir bağ vardır. Ve rızkımızı kazanmak için üzerimize düşen bu sebeplere riayet ederek çalışmaktır.
Bu işin birinci boyutu… İkinci boyutu ise kendi üzerimize düşeni yaptıktan sonra rızkımızı kazanmak konusunda karşılaşabileceğimiz engellerdir ki dünya üzerindeki açlığın bence temel nedeni budur.
Farz edelim ki biri çok zengin olan varlıklı bir başkasını yakaladı, ellerini ve kollarını bağlayarak bir bodruma hapsetti ve günlerce hiç yemek vermedi. Bu adam vücuttaki bazı mekanizmalar sayesinde (su içebildiğini varsayarsak) 20-30 belki 40 gün daha yaşayacaktır ama sonra? Sonra açlıktan ölecektir.
Şimdi bu adamın ölmesinin nedeni Allah’ın ona yeterince rızık yaratmaması mıdır? Adamın katili kimdir?
Allah Kur’anda canlıların rızıklarını yaratacağının sözünü üzerine almıştır ve söz verdiği gibi de tüm canlılara yetecek kadar rızık yaratmıştır. O halde bu adamın ölmesinin nedeni Allah’a atfedilerek “rızıksızlıktan öldü” şeklinde yorumlanabilir mi? Zira örnekteki adam rızıksızlıktan değil, bir diğer insanın kötülüğünden ölmüş, yani cinayete kurban gitmiştir.
Maalesef Afrika’daki insanların durumu da bundan farklı değildir. Onların ölmeleri dünya besin kaynaklarının yetersizliğinden, yani rızıksızlıktan, yani Allah’ın onlara yetecek kadar rızık yaratmadığından değil diğer insanların umursamaz ve kötü fiiliyatlarının neticesindendir. Ve maalesef biz de dahil tüm insanlık bu suça bir şekilde ortak olmaktayız.
Peki “Allah buna neden izin veriyor?” denilirse bu konu başka bir meselenin kapısını açar. Bu konu daha çok özgür iradenin kullanılması ve evrendeki kötülük probleminin konusu haline gelir ki, bu konu “kötülük problemi üzerine” adlı yazımda geniş bir şekilde ele alınmıştır.
Gelelim açlıktan ölme meselesinin diğer boyutlarına…
Pek çok insan dünyadaki açlık ölümlerini özellikle de Afrika kıtasındaki açlık, sefalet ve kıtlığı göstererek bu durumu dini açıdan sorgulamaktadır.
Yukarıdaki izahlar çerçevesinde soruyu bir de şöyle soralım: “Açlıktan ölen insanlar, özellikle en çok örnek gösterilen Afrika kıtasında yaşayanlar rızıksızlıktan mı ölüyorlar? Allah onlar için rızık yaratmamış mıdır? -Haşa- onları yaratırken onlara yetecek kadar rızık yaratmayı unutmuş mudur? Ya da dünyadaki rızk onları beslemeye yetmeyecek kadar az mı yaratılmış ki onlar açlıktan ölüyorlar? Yani dünya besin kaynakları insanların beslenmeleri için yeterli değil mi?”
Cevap: Elbetteki hayır.
Meşhur iktisatçı Dr. Colin Clark’ın tesbitine göre, dünyanın besin kaynakları yirmi sekiz milyar insanı rahat besleyebilecek durumdadır. Bu bakımdan aslında insanlık için bir kıtlık tehlikesi yoktur.
İnsanların tembelliği, beceriksizliği, üretimde verimliliği artıramayışı belki yerel bir kıtlık sebebi olabilir. Ama bu, kaynakların yetersizliğinden değil, insanların ihmalleri ve düşüncesizliklerinden ileri gelebilir.
Şimdi dünyadaki açlıktan ölümlerin gerçek sebeplerini inceleyelim. Bunlar temelde:
– Gelişmiş ülkelerdeki israf çılğınlığı
– Dünyadaki kaynakların ve zenginliğin bölüşümündeki adaletsizlik
– Silahlanmaya yapılan muazzam harcamalar
– Afrika kıtasındaki zenginliklerin (madenlerin) diğer insanlarca zor kullanılarak sömürülmesi
– Afrika’ya gönderilen yardımların yerel unsurlarca engellenmesi şeklinde özetlenebilir.
Yukarıdaki nedenler açlıktan ölen insanların aslında rızık yokluğundan değil insanların kötü niyetleri ve fiilleri neticesinde öldüklerini göstermektedir.
Evet dünyadaki bir kısım insanlar ve Afrikalı çocuklar açlıktan ölüyorlar belki ama onlar Allah’ın onları doyuracak rızık yaratmaması sebebiyle değil, diğer insanların, yani bizlerin suistimalleri, israfları, adaletsizliği, sömürüleri ve vurdumduymazlığımızın neticesinde ölüyorlar. Bu aslında bir tür insanlık sınavıdır ve insanlık bu sınavdan hiçbir zaman başarı ile çıkamamıştır.
Şimdi bu sebepleri kaynaklarıyla bir bir ele alalım.
1- İsraf
Yılda 870 milyon insanın (Dünya nüfusunun % 12,5’i) yetersiz beslendiği, yaklaşık 10 milyon insanın ise açlık ve yetersiz beslenmeden öldüğü dünyamızda, yıllık 1,3 milyar ton gıdanın israf edildiği tahmin edilmektedir. Bu israfın ekonomik değeri ise 1 trilyon ABD $’na karşılık gelmektedir.
Dünya Gıda Örgütü verilerine göre israf edilen veya kayba uğrayan miktar, dünya gıda üretiminin üçte birini oluşturmaktadır.
Dünyadaki gıda kaybı ve israfının dörtte birinin önlenmesiyle bile yetersiz beslenen 870 milyon insanın gıda ihtiyacı karşılanabilmektedir.
Ülkemizde bir yılda çöpe atılan ekmeğin 2,1 milyar ekmeğin parasal değeri 1,5 milyar TL’dir. Türkiyedeki genel kaynaklarda yapılan israfın değeri ise yılda 214 milyar TL’dir. (1)
Gelişmekte olan ülkelerde yılda 150 milyon ton buğday heba olmaktadır. Bu kayıp, tüm fakir ülkelerdeki açlığı ortadan kaldırabilecek buğday miktarının altı katını oluşturmaktadır. (2)
O halde soralım:
Gelişmekte olan ülkelerdeki israf edilen kaynaklar bir şekilde aç insanlara paylaştırılsa dünyada açlıktan ölmek diye bir kavram kalır mı?
İsraf edilen kaynaklar dünyadaki açlıktan ölümleri durdurabileceğine göre ve israf eden insanlar bunu hiç düşünmeden müsrif yaşantılarına devam ettiklerine göre açlıktan ölenlerin gerçek ölüm sebeplerinden biri diğer insanların vurdumduymazlığı değil midir?
O halde bizler bir yönüyle kendi sebep olduğumuz bir ölümün suçunu neden Allah’a atıyoruz. Allah yeryüzünde tüm insanlara yetecek kadar rızık yaratmamış da ondan mı?
2- Bölüşümdeki adaletsizlik (Dengenin bozulması)
Dünyada, gıda talebi yetersizliğinden kaynaklanan bir açlık sorunu yoktur. Açlığın tek nedeni gıda üretiminin kutuplaşması ve dağıtımındaki adaletsizliktir. Dünyada yeterli üretim yapılmakta ancak yoksul ve aç insanlar bu gıdaya ulaşamamaktadır. (3)
“Ekonomik kalkınma ve küreselleşme eşitsizlik uçurumunu daha da keskinleştirerek el ele gitmektedir. Ekonomik tarihçi David Landes’e (1998) göre Sanayi Devrimi’nden önce dünyanın en zengin uluslarının kişi başına gelirleri en yoksullarının beş misli idi. Günümüzde ise uçurum o denli açılmıştır ki örneğin İsviçre’de kişi başına milli gelir (2011 yılı itibariyle Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin 382 kat fazlasıdır.) Küreselleşmenin yoksul ülkelerdeki borçları daha da arttırdığı bilinmektedir.
Demokratik Kango Cumhuriyeti’nde 71 milyon insan yaşamakta, İsviçre de ise sekiz milyon insan yaşamaktadır. Ancak İsviçre ekonomisi Demokratik Kango Cumhuriyeti’nin ekonomisinden 41 kat büyüktür. (4)”
Dünyanın en fakir %20′lik kesimin dünyadaki gelirin ortalama olarak % 6,3′ünü almaktadır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2006 yılında yayınladığı rapora göre; Dünya servetinin Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya-Pasifik bölgesindeki Japonya ve Avustralya gibi ülkelerde yoğunlaştığı, bu ülkelerin dünyanın hane halkı servetinin yüzde 90’ını elinde tuttuğu belirtilmektedir.
Aslında herkes görüyor ki, gerçek tablo dünya gelirinin ‘aslan payını’ ele geçiren ve bir türlü gözü doymayan zengin ülkelerin, geleceklerini daha fazla garantiye almak için güçlerini ve acımasızlıklarını sonuna kadar kullanmak isteğinden başka bir şey değildir
Nietchze’ye göre seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan bireyci, bencil, acımasız, istenci güçlendiren ahlaktır. İşte bu ahlakın insanı getireceği nokta da budur. Kendinden, kendi çıkarlarından başkasını düşünmeyen, bencil, egoist ve hayatını güce odaklamış bir ahlak profilinin semeresi…
O halde bizler insanların egolarını pohpohlayarak onları firavunlar suretine getiren, onları bencilleştirmeye ve acımasızlığa iten, hayatı zayıfların doğal olarak yok olmaya mahkûm oldukları şeklinde yorumlayan felsefelerden kurtulup mutlaka bölüşmeyi, yardımlaşmayı, paylaşımı, bizciliği öngören bir ahlakı tüm insanlığa kazandırmak zorundayız.
3- Silahlanmaya ayrılan pay
Silahlanmaya insandan daha çok değer veriliyor;
4- Sömürü
Felaketin sebebi İtalya ve İngiltere 1878 yılında imzalanan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan büyük toprak kayıpları öngören Berlin Antlaşması Somali’nin bugün yaşadığı felaketin başlangıcı sayılabilir. Antlaşmaya göre Osmanlı, başta Anadolu ve Balkanlar’da olmak üzere pekçok bölgede toprak kaybetti. Berlin Antlaşması’nda ön görülen toprak kayıpları Antlaşmadan sonra da devam etti: 1881’de Fransa Tunus’u, 1882’de İngiltere Mısır ve Sudan’ı, 1885’te Bulgaristan Doğu Rumeli’yi, aynı yıl İtalya da Habeş Eyaleti’ni yani bugünkü Somali’yi işgal etti. Bu işgal yaşandığı dönemde Somali’de bugün olduğu gibi açlık ve kıtlık yoktu. İngiltere ve İtalya Somali’yi önce ikiye ayırdılar ve 1960 yılında da sözde bir bağımsızlık ilan ettirdiler. Ülke topraklarının yüzde 2’sini oluşturan tarım alanları Somali halkına iyi kötü yetiyordu. Toprakların kalan kısımda uranyum, petrol, boksit, demir ve kalay vardı. 1980’lerde hemen hemen her Afrika ülkesinde olduğu gibi Somali’de yönetime Batılı ülkelerin kuklası bir idare geldi. Uygulanan politikalar sayesinde kamu kurumları ABD’ye satıldı. Tarım ve hayvan bakımından kendine yeten ve ihracat yapan Somali bu şekilde ithalata mahkum hale getirildi.
5- Yerel unsurlar ve şiddet
Tüm bu sebeplerin yanına bir de Afrika’da süren iç savaşı ve bir takım yerel unsurların Afrika’ya giden yardımları engellemelerini ekleyebiliriz.
Sonuç:
Bazı futbol takımlarının toplam değeri Afrika kıtasını belli bir süre doyuracak miktarda paraya eşittir. Dünyadaki bazı kişilerin bireysel servetleri tek başına Afrika kıtasını onlarca yıl doyurmaya yetecek kadardır. Keza yukarıda da belirtildiği gibi eğer yeryüzündeki yardımlaşma ve paylaşım yeteri kadar adaletli olsaydı yaratılan rızk tüm insanlığı (25-30 milyar kişiyi bile) rahatlıkla doyuracaktı.
Tüm yukarıda anlatılanlardan çıkan sonuç şudur. İnsanlar eğer istese ve özgür iradelerini bu şekilde kullansalardı yarın Afrika’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde açlıktan ölen bir insan bile kalmazdı.
O halde yeryüzünde “açlıktan ölmek” vardır diyebiliriz ama “rızıksızlıktan ölmek” yoktur. Ve burada suçlanması ve sorgulanması gereken söz verdiği gibi hiçbir canlıyı unutmayarak tüm insanlara yeteceğinden kat kat fazla rızık yaratan Allah değil, rızkın insanlara adil bir şekilde dağılımını engelleyen aç gözlü, kibirli, merhametsiz olan insan ve insanlıktır.
Afrika da ya da başka bir yerde açlıktan ölen insanların tümünün vebali hepimizin üzerindedir.
Onlara, “Allah’ın size lütfettiği rızıklardan dağıtın!” dendiğinden, nankörlüğe sapanlar, iman edenlere şöyle derler: “Allah’ın, dilediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz açık bir sapıklık içindesiniz, hepsi bu.” (Yasin, 47)
Metin AYDIN
KAYNAKLAR
1) http://www.ekmekisrafetme.com
2) http://www.israf.org/index.php
3) Günaydın, Gökhan, (2009) “Türkiye Tarım Politikalarında ‘Yapısal Uyum’: 2000’li Yıllar” Mülkiye Dergisi, sayı: 262, Ankara.
4) Prof. Dr. Aziz Gül Türkiye israfı önleme vakfı Başkanı
5) Orhan DEDE, İstanbul
6) KÖYLÜ, Mustafa.“Küresel Bir Sorun Olarak Savaş Endüstrisi ve DengesizEkonomik Dağılım”, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, Editör: Yasemin Özdek, TODAİE Yayını, 1. Baskı, Mayıs 2002