Kur’an Penceresinden SEKÜLER ANLAYIŞ

Kur’an Penceresinden SEKÜLER ANLAYIŞ

 

Pagan inancına sahip Roma imparatorluğu’nda seküler anlayış benimsenmişti.  Çok Tanrı’lı sistemde isteyen istediği Tanrı’ya istediği ölçüde biat ediyor ve yaşamını kendi istediği gibi Tanrı’lardan bağımsız şekillendirebiliyordu. Roma’da Katolik Hıristiyanlığın benimsenmesiyle birlikte seküler anlayışın yerini, ruhbanların- kilisenin zulmü, engizisyon mahkemeleri aldı.. Ancak 15, 16. yy’dan itibaren Avrupa’da ruhban sınıfına, kilise hegemonyasına, engizisyon vahşetine, sömürüye, zulme tepki olarak seküler yaşam arayışları tekrar  başladı.

Seküler anlayışın dünya hayatından, yaşamdan soyutlamak istediği din; Orta Çağ’da Avrupa’da hüküm süren, akla iradeye hareket alanı bırakmayan, skolastik, dogmatik nitelikli Hıristiyanlıktır. Kilisenin, ruhban sınıfının kendi çıkarlarına göre tesis ettiği normlardan, kurallardan oluşan ve yaşamın her alanına müdahale eden uydurulmuş sentetik totaliter, baskıcı din anlayışıdır.

Esasında Hıristiyanlık ilahi temelden uzak, Roma kilisesinin, Pavlus’un, ruhban sınıfının oluşturduğu din anlayışıdır..  Seküler anlayış kilise tarafından din karşıtı bir faaliyet olarak kabul edilmiştir. Hıristiyanlıkta dini; ruhbanlar, kilise temsil ettiği için kilisenin kurallarına, kabullerine karşı çıkmak dine karşı çıkmak olarak kabul edilmiş

* * * * *

Seküler anlayışı bir Müslüman olarak kendi açımızdan değerlendirmeye çalışalım:

Mümin olmamız ancak Kur’an hükümlerini aklen onaylamak, kalben benimsemek ve yaşantımıza samimiyetle uygulamakla mümkündür. Bir mümin hiçbir işini dinden ayrı düşünemez. Her işini Kur’an hükümlerine uygun düşünmek ve yapmak zorundadır. Dünya ve ahiret hayatındaki mutluluğumuz buna bağlıdır..  Dinin tamamen göz ardı edilmesi, dünyevi nimetler ve arzuların karşılanması için yaşamak; dünyevileşmek, dünyevi merkezli bir yaşam sürmek şeklinde bir seküler anlayış İslam’a tamamen aykırıdır.. Aile hayatı, toplumsal-sosyal ilişkiler, iktisadi, hukuki  yapı gibi bir çok dünyevi  konular ve devlet, millet yönetiminde yöneticilerin uymaları gereken esaslar ile halkın-bireylerin bu konudaki sorumlulukları genel ilkeler halinde Kur’an’da bildirilmiştir. Hal böyle iken, Müslümanların devlet yönetim sistemini ve diğer dünyevi işlerini dinden-Kur’an’dan ayrı düşünmesi mümkün değildir.

Kur’an’ı Kerim devlet işlerinin şura esası ile, adaletle, sosyal paylaşım ilkesine bağlı kalınarak; seçilecek ehil, ahlaklı, erdemli, adil kişiler tarafından  yürütülmesini ister. Din ve devlet işlerini birbirinden ayırdığımız zaman bu ilkelerin hiç birinin olmadığı bir yönetim sistemi ortaya çıkar..

Bir Müslüman için sekülerlik: Kur’an hükümlerini dışlamak değildir. Mezhepçi, tarikatçı, siyasal İslamcı çeşitli dinci çıkar guruplarının kendi menfaatlerine uygun oluşturdukları, uydurdukları din anlayışının, dogmatik kuralların yönetimden, kamusal alandan, sosyal hayattan velhasıl yaşamdan dışlanmasıdır.

Mezhep şeriatlarının, tarikat kurallarının, irticanın, yobazlığın, ilkelliğin  yaşamdan dışlanmasıdır.Seküler anlayış, aslında teokratik yönetim anlayışına karşı olan kıyamın, isyanın adıdır..

Kur’an’da  muhkem ayetlerle bildirilen temel hükümlerin, emir ve yasakların amacı: Yaratılış amacına uygun olarak yeryüzünde Allah’ın iradesini gerçekleştirmek için yaşayan inançlı, imanlı, ahlaklı, adil, özgür, düşünen, üreten, paylaşan, onurlu, erdemli, basiretli  bireylerden oluşan; barış, esenlik, huzur, mutluluk ve güven içinde yaşayan özgür bir toplum oluşturmaktır..

 

“Allah  huzur ve mutluluğu Resulünün ve müminlerin üstüne indirmiştir..”
(Fetih-26)

İslam dini insanların barış, huzur, esenlik içinde yaşamaları için gerekli olan kuralları, öğütleri bildirir. Yaşamı, dünyevi işleri İslam’dan soyutlamanın bir anlamı, gereği ve bize bir faydası da yoktur.   Tam tersi,  huzur ve mutluluk içinde yaşamak istiyorsak, Kur’an’ın emir ve yasaklarına, uyarı ve öğütlerine uygun yaşamamız gerekir.

Kur’an ilahi sistemin kullanma kılavuzudur. Klavuza uygun yaşayan başarılı ve mutlu olacaktır. Klavuzdan uzaklaşırsak, dünya işlerimizi dinden-Kur’an’dan soyutlarsak; fıtrattan, evrensel tabii yasalardan da soyutlamış oluruz. Dünya yaşanmaz bir yer olur.

Laik-seküler anlayışın hakim olmadığı yönetimlerde ruhban-dinci sınıfının hakimiyeti vardır. İstismar, sömürü ve zulüm vardır. İslam’ın reddettiği, yok saydığı dinci- ruhban sınıfının egemenliğini reddeden laik anlayışa sahip olmak, sözde dini kurumlara, makamlara teslimiyeti reddetmek tevhide sadakatin gereğidir.

“Şeriat din olarak algılanır ve laikliğe zıt bir konuma getirilirse, dini kabul eden laikliği kabul edemez. Çünkü iki zıt bir arada bulunmaz. Laiklik İslam’a zıt ise laik olan da dini kabul edemez. ……… hem laik, hem de dindar veya hem dindar; hem de laik olabilmek için şeriatın din olup olmadığını, şeriat, din-İslam ve laikliğin ne olduğunu ve laikliğin dinle-İslam’la nerede uyuştuğunu veya uyuşmadığını anlatmak gerekir. Bunu yapmak için fikir hürriyetine  ve fikir üretmeye izin vermek şarttır…” (Hüseyin Atay – Kur’an’a Göre Araştırmalar 2 – S:74 )

Fransa’da 1301 yılında kıral Güzel Philippe, Papa VIII. Bonifatius ile güç mücadelesine girişmiştir. Papa, kıralı aforoz ettiğini ilan etmiştir; Kıral da Papa’nın tutuklanması yönünde emir vermiştir.Bu mücadele sonucunda Fransız Milli Kilisesi ortaya çıkmıştır. Onun başı da Fransız Kralı olmuştur.Günümüzde bu tür çatışmaların belki de son versiyonu ülkemizde yaşanmaktadır.Tarikat şeyhi okyanus ötesinden beddualar etmekte, iktidar ise onun ülkeye iadesi ve yargılanmasıiçin çareler aramaktadır. Bu çatışmanın nedeni bir tarafın “pastanın” tamamını yemek istemesidir..

Cumhuriyetin sekülerlik anlayışı; siyasal İslamcıların iddia ettiği gibi dini dışlamaz. İslam’a ortak koşulan mezhep şeriatlarını, kurallarını, kabullerini dışlar. Dünya işlerinin dogmatik mezhep şeriat kurallarından-fıkıhtan bağımsız olmasını ister.. Dünyevi işlerini mezhep şeriatlarına  göre düzenleyen diğer İslam ülkeleri ise, gerçek dini-İslam’ı yaşamdan dışlamış ülkelerdir.

Sosyal sistem teorisi açısından İslam ve modern sekülarizm zıt kutuplarda yer alır. Sekülerizm, toplumun her bölümünden dini etkiyi ve belirleyiciliği kaldırmaya çalışır. Batıdaki sekülarizm  tarihinin gösterdiği gibi temel düşüncesi  dinin toplum içindeki bir kesimin – ki bu kilisedir- diğerleri üzerinde kazanılmış bir hakkı olduğudur. Kilisenin iç yapısı ve karar verme süreci otoriter olduğu için, toplum her yönüyle temsil edilememektedir. Halkın meselelerinin kilise tarafından çözümlenmesi bir nevi zulmü, sömürüyü ve bir kesimin tüm toplumu ezmesini sağlıyor. Bu sav, Katolik Kilisenin nüfusun bir kısmını temsil ettiği, dinin-yani Katolik Hıristiyanlığın- kendisini otoriter olarak tesis ettiği ve halkla rekabet içinde kazanılmış haklar elde ettiği  Batı için kesinlikle doğrudur. Katolik Kilisesi; asırlar boyunca Avrupa’da en büyük ekonomik, siyasi, güç tekeli olduğundan, herhangi bir sosyal, politik ve ekonomik kurtuluş hareketinin, karşısına kiliseyi alması gayet doğaldı….” (İsmail R. Faruki – Tevhid – S:103 )

“Laiklik özü itibariyle, dinin gerçekçi yorumu ve bilimsel olarak anlaşılmasından başka bir şey değildir. Onu kabul etmeyenlerin yaydıkları gibi, dini toplumdan ve hayattan soyutlayan bir şey hiç değildir. Dinci söylem, kasıtlı olarak ve düzenbaz, çirkin bir düşünceye bağlı kalarak, kilisenin, (Ruhban sınıfının) devletten ayrılmasıyla, yani siyasal otoritenin dinden (Hıristiyanlıktan) ayrı tutulmasıyla, dinin toplum ve hayattan soyutlanmasını birbirine karıştırmaktadır..”  ( Mısırlı düşünür – Ebu Zeyd )

Saygılarımla.


About the Author
Author

Feridun34

Leave a reply

Name (required)

Website