İslam, Akıl Düşmanı Bir Din Değildir

İslam, Akıl Düşmanı Bir Din Değildir

Bazı Müslümanların akla ve düşünceye karşı olmaları ya da düşünüp sorgulamaya düşmanca yaklaşmaları İslam’a fatura edilemez. Bu tutumun nedeni İslam dini değil, bu tarzda bir din algısına sahip kişi ve çevrelerdir.

Allah’ın ilk ayeti akıldır. Allah, akıl ayetini, indirdiği ayetler yani vahiy ile ve Evren’de yarattığı ayetler yani bilim ile uyumlu kılmıştır. Yaratılışımıza kodlamış olduğu bilgi ve din ayetlerini bize hatırlatmak için bize vahiy ayetlerini bildirmiştir. Yani aklımızı işletelim ve özümüzden sapmayalım diye bize uyarılarda bulunmuştur.

Aklımızı kullanmadan vahyi anlamamız, en temel varoluşsal sorularımız ile ilgili sorgulamalar yapmamız ve hayatı anlamlandırmamız mümkün değildir. Akıl ayetini inkâr eden ya da görmezden gelen biri, Allah’ın indirdiği ve Evren’de yarattığı ayetleri anlayamaz; hikmetlerini kavrayamaz.

Akıl sahibi, düşünen, sorgulayan, öğrenen bir varlık olan insana, “aklını kullanma, düşünme, sorgulama, öğrenme, sadece sana söylenene inan ve denileni yap” demek ile “insan olma” demek arasında fark yoktur. İnsan taklit etmez, tahkik eder; aklını kullanır, araştırır, soruşturur.

Allah insana akıl melekesini vermiş, onu gerektiği gibi kullanmadığımız zaman ne hale geleceğimizi bildirmiş ancak kullanımını kişinin kendisine bırakmıştır. Aklı kullanma yeteneği, bir spor dalında ya da herhangi bir enstrüman kullanımında kişinin kendisini geliştirmesi gibi geliştirilebilen ya da gerektiği gibi kullanılmadıkça körelen bir yetenektir. Sporu bırakırsanız geliştirmiş olduğunuz kaslarınız zamanla sıkılığını yitirir. Düşünmeyi bırakırsanız, aklınızı kullanma yeteneğiniz gevşer ve zamanla körelir. İbn Haldun’un da dikkat çektiği gibi: İnsan beyni değirmen taşına benzer, içine yeni şeyler atmazsanız kendi kendini öğütür durur.

Dolayısıyla her ne kadar akıl bizi diğer canlılardan ayıran temel bir özellikse de, doğru bir şekilde kullanılmadıkça var olmasının bir değeri yoktur. Yani aklın bir potansiyel olarak bizde bulunmasının değil, o potansiyelin varoluş amacına uygun olarak kullanılmasının bir değeri vardır. Bu yüzden Kuran’da isim olarak akıl kelimesi kullanılmaz. Fiil olarak “taakkul” (akıl yürütme-zihni zorlayarak anlama) kullanılır. Yaratılış amacına uygun olarak aktif hale getirilmediği müddetçe aklın bir işlevi yoktur.

Aklı gerektiği gibi kullanmamak, Kuran’daki ifadesi ile “pisliğe mahkûm olmak” demektir: Ve O (Allah) aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder! (Yunus 100). Aklı, yaratılış amacına uygun olarak kullanmamak Kuran’daki ifadesiyle sürü içgüdüsüyle davranan hayvan gibi olmak hatta yoldan sapma konusunda onlardan daha şaşkın ve beter olmaktır: Ya da, sanır mısın ki onların çoğu (ilahi mesajı) işitir veya (hakikati) akleder? Hayır, onlar sürü (içgüdüsüyle davranan) hayvan gibidirler, hatta yoldan sapma konusunda daha da beterdirler! (Furkan 44)

Allah’ın en büyük nimetlerinden biri akıl diğeri vahiydir. Ayetler, vahye kulak vermeyen ve aklını gerektiği gibi kullanmayarak inkâr ve nankörlükte ısrar eden kişilerin ahiretteki pişmanlıklarını haber vermektedir: Eğer söz dinleseydik yahut aklımızı kullansaydık, şu çılgın ateş halkı arasında bulunmazdık. (Mülk 10)

Dolayısıyla insan aklını yaratılış amacına uygun şekilde kullanmalı ve sözlerin en güzeli olan vahyi esas almalıdır. Aklını kullanan ve sözlerin en güzeli olan vahye uyanlar, gerçek iman ve erdem sahipleridir: Onlar, sözü dinler ve en güzeline uyarlar. İşte onlardır Allah’ın doğru yola ilettiği (doğru yolu bulan) kimseler. İşte onlar (gerçekten) derin kavrayış sahipleridir. (Zümer 18). Çünkü Allah, kullarına olan rahmeti ve sevgisi sebebiyle sözlerin en güzelini indirmiştir: Allah, bütün sözlerin (öğretilerin) en güzelini, kendi içinde tutarlı, (gerçeğin) her türlü ifadesini çeşitli biçimlerde tekrarlayan bir ilahi kelam şeklinde indirir. (Zümer 23)

Kuran, mübarek yani hayır ve bereket dolu bir kitap olarak, ayetleri üzerine gerektiği gibi düşünülsün ve aklını kullananlar için bir öğüt ve ibret olsun diye indirilmiştir: Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. (Sad 29)

Allah’ı ve sanatını gerektiği gibi kavrayıp takdir edebilmek için, en başta Allah’ın varlığı, sonra da hem indirdiği hem de Evren’de yarattığı ayetler üzerine düşünmek gerekir. Kuran bu konuda insanları düşünmeye davet eder.

Kuran’da düşünmeye, akletmeye yönelik pek çok kavram vardır: ilim (bilgi sahibi olma), hikmet (bilgelik), fuad/kalb (ilahi tecellilere gönül ile tanık olma), basiret (anlayış ve kavrayış), hak (gerçek), ayet (delil), beyyine (açık delil), burhan (kanıt), zikr (hatırlama), ibret (alınması gereken ders), tedebbür (derin derin düşünmek), taakkul (akıl erdirme), tefakkuh (ince bir kavrayışa sahip olmak), tefekkür (düşünüp ders çıkarmak), tezekkür (düşünüp anlamak), nazar (bakış).

Kuran ayetleri, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacaklarını ve ancak gerçek anlamda aklını işletenlerin bu gerçeği düşünüp kavrayabileceklerini bildirir: De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ne var ki, sadece akleden kalbe sahip olanlar bunu kavrayabilir. (Zümer 9). Yine Kuran, kulları içinden ancak anlama ve kavrama yeteneğine sahip olarak bilenlerin, Allah’tan (gereğince) korkup O’na karşı derin bir saygı duyacaklarına dikkat çeker: Kulları arasından yalnız anlama ve kavrama yeteneğine sahip olanlar Allah’a (hakkıyla) derinden saygı duyarlar, (çünkü bilirler ki) Allah kudret sahibidir, çok bağışlayıcıdır. (Fatır 28). Bilmek için düşünmek ve bilgiyi edinmek, bunun için de aklı kullanmak gerekir.

Kuran ayetlerinin bunca açık beyanına ve akla yönelik çarpıcı vurgularına rağmen akla ve akıl yürütmeye karşı olan ya da akılla inancın bir arada olamayacağını savunan Müslümanları anlamak son derece zordur. Gizemli, sırlı, akıl dışı ve mitolojik unsurlar içeren inanç ve kabuller için aklın devre dışı tutulması yanlış da olsa yine de kendi içinde anlaşılabilir. Ancak İslam gibi muhteşem bir inanç sisteminde aklın devre dışı kalması düşünülebilecek bir şey dahi değildir. İmam Mâtürîdî’nin de dikkat çektiği gibi: “Akıl yürütmeyi inkâr eden kimsenin elinde onu reddetmek için akıl yürütmekten başka bir kanıt yoktur. Bu da istidlâlin (akıl yürütmenin) gerekliliğinin bir delili olmuştur, demek ki kendisini bertaraf etmenin yolu yine kendisidir.”

Öte taraftan din ve inanç sorumluluğu için akıl sahibi olmanın gerekliliği tartışılmaz bir konudur. İmam Mâtürîdî bu konuda da şöyle söylemektedir: “İmanla mükellef olmak ancak aklın mevcudiyeti ile gereklilik kazanır, bunun yanında imanı oluşturan hususların mahiyetinin bilinmesi de yine aklın tefekkür ve istidlâli ile imkân dâhiline girer; bu ise zihnin (kalp) bir fonksiyonundan ibarettir; iman da aynı statüye dâhildir.” İslam âleminin bugünkü durumunun en öncelikli sebeplerinden biri, aklın terk edilmesidir. Ne zaman akıl terk edildi, Allah’ın ayetleri de terk edildi. Akıl devre dışı kalınca, Allah’ın ayetleri de devre dışı kaldı. Allah’ın ayetleri aklını kullanan kişinin işine yarar. Aklını kullanmayanın işine yaramaz.

Aklın önem ve değerini görmezden gelen her Müslüman esasen Allah’ın en büyük ayetlerinden birini görmezden gelmektedir. Şayet birileri sizi, aklınızı devre dışı bırakmaya, Kuran’ı okuyup anlamaktan ve düşünüp sorgulamaktan uzak tutmaya ve sadece kendi söylediği şeylere inanmaya çağırıyorsa, belli ki bu kişiler sizi Allah’ın dininden saptıracak, bir yandan sizi dinde olmayan inanç ve uygulamalar ile meşgul edecek diğer yandan her açıdan sizi sömüreceklerdir. Bu yüzden bu anlayıştaki kişi ve grupların, Allah’ın en büyük ayetlerinden biri olan akla ve insanların düşünüp sorguladıktan sonra kendi iradeleri ile karar vermelerine düşmanlık ettikleri, sadece kendilerine teslim olmalarını istedikleri görülür. Bu tuzağa düşmemek gerekir.

Not: Bu yazı, Dr. Emre Dorman’ın “İslam Ne Değildir?” isimli kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 2

Leave a reply

Name (required)

Website