Evrim Teorisi Tanrı’nın Varlığıyla Çelişir Mi?

Evrim Teorisi Tanrı’nın Varlığıyla Çelişir Mi?

“… Yaratıcı’nın özünü üflemiş olduğu hayatı bu şekilde anlayan; hayatın böylesine basit bir başlangıçtan, en güzel ve en olağanüstü biçimlerin türemiş ve türemekte olduğunu kavrayan bu yaşam görüşünde gerçekten yücelik vardır”

Yukarıdaki satırların, Evrim Teorisinin kurucusu Charles Darwin’e ait olduğunu ve bu ifadelerin biyoloji tarihinin en önemli eseri olarak kabul edilen Türlerin Kökeni’nin 1860 ve sonrası baskılarının kapanış cümlesinde yer aldığını öğrenmek çoğu kimseyi şaşırtabilir. Çünkü günümüzde insanların büyük bir kısmı Evrim Teorisinin tanrının varlığını dışladığına ve ortaya koyduğu mekanizmayla yaratılıştan farklı bir alternatif sunduğuna inanmaktadır. Bu kanıya sahip olanlara göre de Darwin’in bir yaratıcıya atıfta bulunmuş olması pek anlamlı durmamaktadır.

Acaba Darwin samimi olmadığı halde, yayımlayacağı kitabına kilisenin vereceği olası bir tepkiden çekinerek bu sözleri sarf etmiş olabilir mi? Bu, kayda değer bir olasılıktır. Nitekim Darwin, kitabının 1859’daki ilk baskısında hayatın özünün üflenmiş olduğundan söz etmesine rağmen “yaratıcı” kelimesini kullanmamıştır.

Neticede bu iddianın doğruluğu hakkında spekülasyonlar yapılsa da Charles Darwin, Türlerin Kökeni’ni yazdığı zamanlarda inançlı birisi olduğunu kendi biyografisinde net bir şekilde ifade etmiştir. Sonradan Darwin’in başka nedenlerle tanrının varlığı hakkında şüpheye düştüğü ve muhtemelen yaşamını bir agnostik olarak sürdürdüğü bilinmektedir. Ancak Darwin, hiçbir zaman ateizmin savunucularından biri olmamıştır.

Öte yandan Evrim Teorisinin ortaya konulduğu ilk yıllarda Darwin’in çevresine baktığımızda, tanrı inancı bağlamında karşımıza başka şaşırtıcı tablolar da çıkmaktadır. Örneğin teoriyi Darwin’le beraber oluşturduğu bilinen biyolog Alfred Russel Wallace, Darwin’in yakın meslektaşlarından jeolog Charles Lyell ve yeni dünyada 19. yüzyılın en önemli botanikçisi kabul edilen Asa Gray gibi isimler, teorinin tanrı inancıyla çelişmediği fikrindedirler. Hatta Asa Gray, teorinin ortaya koyduğu mekanizmanın, ateistlerin savunduğu kötülük problemine başarıyla yanıt verdiğini bile savunmuştur.

Darwin’i destekleyenlerin arasında Canterbury başpiskoposu Frederick Temple ve Anglikan Kilisesi başpiskopos yardımcısı Charles Kingsley gibi dönemin önde gelen din adamlarının bulunması da ayrıca dikkate değerdir.

Bilim insanları inançsızlıklarını saklamış mıdır?

Peki, Temple ve Kingsley gibi “açık fikirli” din adamlarını bir kenara bırakırsak, Darwin’i destekleyen bilim insanlarının, tutucu Hıristiyan geleneğin baskısından kurtulmak için teoriyle tanrı inancı arasında çelişki olmadığını söylemek zorunda kaldıklarını iddia edebilir miyiz? Yani bu kimseler o günkü şartlar gereği kendi inançsızlıklarını gizleme yolunu seçmiş olabilirler mi?

Bunun makul bir iddia olarak kabul edilebilmesi için, koşulların tamamen farklılaştığı ve bilim camiasında din baskısının kalmadığı günümüzde, bu düşünceyi taşıyan bilim insanlarının sayısının çok azalmış olduğunu, hatta belki de hiç kalmamış olduğunu gözlemlememiz gerekmektedir. Peki acaba durum gerçekten böyle mi?

Bu konuda doğrudan bir anket tespit edilememekle birlikte, ABD’nin en prestijli sosyal araştırma şirketlerinden biri olan PEW Research Center tarafından gerçekleştirilmiş iki farklı çalışmanın ışığında ilginç sonuçlara ulaşabilmekteyiz. Söz konusu çalışmaların her ikisi de ABD’de gerçekleştirilmiştir.

Bu çalışmaların ilkine göre, ABD’deki bilim insanlarının %49’u ateist veya agnostiktir (ki bu, dünya genelinde yüksek oranlardan biridir). Yani bir yaratıcıya inanan bilim insanlarının oranı sadece %51 düzeyindedir.

(http://www.pewforum.org/2009/11/05/scientists-and-belief)

İkinci çalışma ise, ABD’de doğal bir evrim sürecine inanan bilim insanlarının oranını %87 olarak vermektedir.

(http://www.pewforum.org/2009/11/05/public-opinion-on-religion-and-science-in-the-united-states)

Bu iki çalışmanın birleşiminden çıkan sonuç hayli şaşırtıcıdır. Ateist ve agnostik bilim insanlarının tamamının evrimi kabul ettiklerini varsaysak bile, kalan %38’lik oran yaratıcıya inanan bilim insanlarından oluşmaktadır. Yani yaratıcıya inanan bilim insanlarının en az %75’i (dörtte üçü) evrimi kabul etmekte ve evrimsel süreçle tanrı inancı arasında bir sorun görmemektedir.

Evrimle tanrı inancını bağdaştıran bilim insanlarının niteliği düşük müdür?

Bu istatistik karşısında yapılabilecek olası bir itiraz, bu oranın üst düzey bilim insanları arasında düşük olduğu yönünde tuhaf ve tutarsız bir iddiada bulunmaktır. Ancak böyle bir iddia son derece sübjektif olmakla kalmaz, aynı zamanda doğrudan evrim teorisine katkı sağlayan ünlü bilim insanlarından verilecek örneklerle rahat bir şekilde çürütülebilir.

Mesela Neo-Darwinizmin kurucularından Theodosius Dobzhansky’nin inançlı bir bilim insanı olması, yukarıdaki iddianın yanlışlığını tek başına göstermeye yeter. Bunlara dünyanın en ünlü evrimci biyologlardan Francisco J. Ayala ve insan ırkının genetik haritasının çözülmesi için yürütülen Human Genome Project’in (İnsan Genom Projesi) başındaki moleküler biyolog Francis Collins dahil pek çok bilim insanı da örnek olarak eklenebilir.

Tüm bu değerlendirmelerden sonra, akla yanıtlanması gereken şu soru gelmektedir:

“Yıllardır yeni ateistler tarafından ileri sürülen ve propagandası yapılan, ‘Evrim varsa Tanrı yoktur’ savı acaba gerçekten doğru mudur?

Bir Analoji

Konuları benzetmelerle ifade etmek çoğu zaman daha açıklayıcıdır. O halde şimdi bir senaryo yazalım ve evimizin salonuna koymak için mobilyacıdan güzel bir masa seçtiğimizi, fakat bu masanın nasıl yapıldığını bilmediğimizi varsayalım.

Masanın nasıl yapıldığı hakkında mobilyacıda çalışan A ve B şahıslarından bilgi almaya karar veriyoruz. A şahsı mobilyayı yapan kişiyi tanıdığını iddia etmektedir. B’nin ise bu konuda bir bilgisi bulunmamaktadır. Her ikisinden aldığımız yanıtlar şu şekilde olsun:

A: “Bu gördüğünüz masa, usta bir zanaatkâr tarafından yapılmıştır”

B: “Bu gördüğünüz masa, bir baltayla kesilen ağaçtan elde edilen parçaların makine ve tezgâhtan geçirilip zımparalanması, ardından tutkal, vida ve çivilerle birbirine tutturulması ve verniklenmesi sonucu üç haftada yapılmıştır”

Acaba böylesi bir senaryoda, “A mı doğruyu söylüyor yoksa B mi?” gibi saçma bir soruyu aklımızdan geçirir miyiz? Elbette ki hayır. Çünkü A masayı yapan kişiden, B ise bu masanın yapılması esnasında geçen süreçlerden bahsetmektedir. Dolayısıyla iki farklı durum söz konusudur ve verilen yanıtlar mantıken birbirlerinin alternatifi değildir. Bu durumda da “Hanginiz doğru hanginiz yalan söylüyorsunuz?” gibi bir soru anlamsızdır. Bu nedenle B’ye giderek, “Ben A’ya değil sana inanıyorum. Bu masa ağaç, balta, makine, tezgâh, zımpara, tutkal, çivi…vs kullanılarak üç hafta gibi uzun bir sürede tamamlandıysa bunu bir zanaatkâr yapmış olamaz” gibi absürt bir cümle sarf etmek saçma ötesi olacak ve B’nin zekamız hakkında tereddüde düşmesine yol açacaktır. Çünkü B, bize masayı kimin yaptığı hakkında bir şey söylememektedir. Ayrıca masanın hangi süreçlerden geçerek ne kadar bir zamanda yapılmış olduğunun, arkasında bir zanaatkârın olup olmamasıyla bir ilgisi yoktur. Bu süreçleri pekala bir zanaatkâr yönetmiş ve planlamış, araçları da bizzat o zanaatkâr kullanmış olabilir.

Şimdi gelin, senaryomuzda kullandığımız ahşap masanın yerine canlılığı koyalım ve “Dünyadaki canlılık nasıl meydana geldi?” diye bir soru soralım.

A: “Dünyadaki canlılık, bir yaratıcının yaratmasıyla meydana geldi”

B: “Dünyadaki canlılık, bundan 3.8 milyar yıl önce suların yayılıp soğuması sonucunda ortaya çıkan tek hücreli canlıların, oksijen miktarının artmasıyla değişime uğraması ve karaya çıkması, ardından da uygun doğa şartları neticesinde çeşitlenerek eklembacaklılara, yumuşakçalara ve omurgalılara dönüşmesiyle meydana geldi”

Bu yanıtlar, masa örneğinde verilenlerin aynısıdır. İlk yanıt yaratma işinin öznesini (failini) belirtmekte, ikinci yanıt ise süreçlerden bahsetmektedir. Nasıl ki masa örneğinde balta, ağaç, makine, tezgah, zımpara, tutkal, vida, çivi, vernik gibi araçların kullanılması, masayı bir zanaatkârın yapmış olduğu savıyla çelişmiyorsa; suların, oksijen miktarının, güneşin ve doğadaki pek çok aracın canlılık sürecinde kullanılmış olması da bir yaratıcının varlığıyla çelişmez. Nasıl ki zanaatkâr masayı inşa ederken yukarıda bahsedilen araçları kullanıp masaya istediği gibi şekil verebildiyse, bir yaratıcı da doğa olaylarını birer araç olarak kullanarak hayatı var etmiş ve istediği şekle sokmuş olabilir.

Yani süreçlerin var olmasından hareketle bir yaratıcının var olmayacağı iddiası, aralarında ilişki bulunmayan iki önermeden ortak bir sonuç çıkarmaya çalışan mantıksız bir iddia olarak kalmaya mahkumdur. Üstelik bu iddia fiziksel değil, metafiziksel bir iddia olmak zorundadır. Çünkü bilimin temelini oluşturan deney ve gözlem, yapısı ve kullandığı metotlar itibariyle bize böyle bir bilgi sağlayamaz. Bilim fiziksel olanla uğraşır, deney ve gözlem yoluyla onların doğasını çözer. Metafizik aşamaya geçerek, bu varlıkların veya kanunların arkasında bir bilinç olduğunu veya olmadığını iddia etmez.

Mesela maddeyi ele alalım. Bilim bize maddenin niteliği, çekim kuvveti, hangi cisimlerde ne yoğunlukta bulunduğu ve ne zaman ortaya çıktığı gibi bilgileri deney ve gözlem yoluyla sağlayabilir. Ancak maddeyi vücuda getiren bilinçli bir varlığın olup olmadığı veya maddenin bir amaç doğrultusunda ortaya çıkıp çıkmadığı gibi konularda bir yargıda bulunamaz. Çünkü fiziksel olmayan şeyler deney ve gözlem konusu olamaz, deney ve gözlem konusu olmayan şeyler de imkan itibariyle bilimin kapsamına giremez. Yani bilim, zorunlu olarak bu konularda “agnostik” bir pozisyondadır.

Elbette bilimsel veriler o anki teist veya ateist paradigmaların argümanlarını güçlendirmek veya zayıflatmak için her iki tarafa da faydalı bilgiler sunabilir, ancak bilimin kendisi bu konuda bir yargıya varmaz.

Bu nedenle, “Bilim Tanrı’nın var olduğunu gösterdi” veya “Bilim bir tanrıya gerek olmadığını ispatladı” gibi önermeler, doğaları gereği saçma önermelerdir.


About the Author
Author

yikizler

Leave a reply

Name (required)

Website